Yerel Seçimler, SMF, Tarihsel Kırılma*

129

Türkiye’de her seçim dönemi -özellikle 1970’lerin ortalarından itibaren- sol’da devrimcilikle yasalcı reformizm arasındaki ayrımların belirginleşip yeni çizgiler kazandığı kesitler olarak yaşanmıştır. Fakat bunların hiçbiri, artçı sarsıntıları hâlâ süren 2023 Mayıs seçimleriyle önümüzdeki Mart’ta yapılacak yerel seçimler kadar akıl almaz tutum ve savruluşlara sahne olmamıştır herhalde.

***

Marksist-Leninist siyaset anlayışı, burjuvazinin iktidarı altında yapılan seçimlerin aldatıcı iki yüzlü karakterinin altını her fırsatta kalınca çizmekle birlikte, kitlelerin siyasete olan ilgisinin arttığı her seçim sürecinde “seçim değil devrim” sloganı atmakla yetinen dogmatik keskinliği “sol çocukluk hastalığı” olarak niteler.

Bu bağlamda Lenin ‘boykot taktiğini’, işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinde mevcut rejimi köşeye sıkıştırmakla da kalmayıp yıkmaya yaklaşmış devrimci bir kabarma koşullarında geçerli bir taktik olarak tanımlar. Bu tayin edici koşulun yokluğunda boykotçuluk, keskin bir görünüm arkasına saklanan siyasete kayıtsızlık anlamına gelir.

Fakat komünistlerin seçimlere katılımı, hiçbir zaman parlamentoda ya da yerel yönetimlerde koltuk sahibi olma amacını esas almaz. Bunu adeta her şey haline getiren bir seçim siyaseti, yasalcı parlamentarizmin tipik özelliklerinin başında gelir. Seçim siyasetinin merkezine koltuk elde etmeyi koyan parlamentarist oportünizm, bunu sadece bir ‘başarı’ ölçütü haline getirmekle kalmaz, daha da vahimi siyaseti açısından bir ‘meşruiyet’ ölçütü olarak yüceltir. Bu nokta devrimcilikten kopuş noktasıdır. Zayıf hatta kimi leke ve kusurları da olsa özde devrimci bir seçim siyaseti ile görünüşte güç ve etki sahibi fakat içi boş, fiilen sisteme yedeklenmiş etkisiz eleman olmanın ötesine geçemeyen yasalcı parlamentarizm arasındaki özsel ayrım bu noktada başlar.

Türkiye solunda devrimcilikle reformizm arasındaki saflaşma her seçim döneminde kendisini bu temelde gösterir. Daha doğrusu bilinen köklü ayrılık çoğu kez aynı biçim ve gerekçeler altında kendisini tekrar eder. Tabii ki her iki kamp da her konuda aynılaşan homojen bir bütünlük taşımaz. Dönemin genel havası ve dengeleriyle de bağlantılı olarak  her ikisinin içinde de -bazıları ciddi- farklılıklar söz konusu olabilir. Fakat seçim dönemlerinde yürütülen propaganda ve ajitasyonda öne çıkarılan konu ve taleplerden kurulan -ya da peşinde koşulan- ittifak ilişkilerine kadar seçim politikasının alt başlıklarında kendini gösteren farklılıklar seçimlere biçilen misyon ve güdülen stratejik amaç yanında tali kalır. Kimin siyaseten hangi safta yer aldığı asıl olarak seçimlere yüklenen anlam ve elde edilmek istenen sonuçta somutlanır.

***

Önümüzdeki Mart sonunda yapılacak olan yerel seçimde sol’da bu açıdan daha önceki seçimlerde tanık olduğumuz ‘klasik’ saflaşmanın ötesine geçen bir manzarayla karşı karşıyayız. Görülen o ki, tescilli reformist güçler arasında nerede bir araya gelinip öte tarafta neden ayrı hatta karşıt ilişkiler içine girildiği belirsiz bir ‘ittifak siyaseti’ oportünizmi yanında bugüne kadar devrimcilikte ısrarlı olan SMF (Sosyalist Meclisler Federasyonu) gibi bir güç özgülünde tarihsel bir kırılmaya tanıklık ediyoruz.

Kimin elinin nerede neden kimlerin, başka yerde neden başkalarının cebinde olduğunu anlamanın kolay olmayacağı bir ittifak siyasetini oportünizmin meşrebine yorup geçebilirsiniz ama SMF gibi Kaypakkaya geleneğinin takipçisi devrimci bir yapının bir taraftan TİP’ten EMEP’e, Sol Parti’den TKP’ye, Kaldıraç’tan TKP Hareketi’ne, Halkevleri’nden Alınteri’ne kadar çalmadık kapı bırakmadığı bulanık ittifak ilişkileri peşinde koşmasını bir taraftan da TKP gibi Kemalizmin ve sosyal şovenizmin bayraktarı bir çevreyle kankalığa bu kadar istekli olmasını bir türlü anlayamaz ve içinize sindiremezsiniz.

O SMF ki, yakın zamana kadar bütün seçimleri otomatiğe bağlanmışçasına boykot etmesiyle tanınır. Bugün ise aylardan beri bütün dikkatini ve mesaisini önümüzdeki yerel seçimlerde birkaç belediye kazanmaya hasretmiş olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik rejimin bırakın belediyeleri parlamentoyu, 12 Eylül Anayasası’nı ve Anayasa mahkemesini bile kaale almayacak ölçüde pervasızlaştığı koşullarda kendini gösteriyor bu yerel yönetimlerde iktidar olma merakı.

Kürdistan’dan başlayarak Batı’da CHP’nin elindeki belediyelere kadar uzanan kayyum politikalarıyla Can Atalay örnekleri ortadayken baş gösteren bu merak, bu kez tam zıddına dönüşmüş yanlış bir seçim taktiği olarak görülemez. Bu düpedüz ideolojik bir kırılmadır. Devrimci olanın yerini reformizmin almasıdır. Üstelik bugünkü rejim gerçekliği koşullarında parlamenter budalalığın bile gerisine düşen bir reformizme savrulmadır.

Yaşanan ideolojik kırılmanın büyüklüğü, kafa sayılarını esas alma dışında hangi ilkesel esaslara dayandığı belirsiz, yerelden yerele değişen, işin özü belkemiksiz bir ittifak politikası izlenmesinde de kendini gösteriyor; Kemalizmin ve sosyal şovenizmin kemikleşmiş temsilcilerinin başında gelen, günümüzün Yeni Aydınlık’ı TKP gibi bir çevreyle yan yana gelmeye bu kadar istekli olmayı da beraberinde getiriyor. Kaypakkaya geleneğini sürdürme iddiasındaki bir siyasal yapının TKP gibi bir çevreyle yan yana gelmeyi içine sindirebilmesi, dahası karşı taraf kendisini ağırdan satarken bunun peşinde koşan taraf görüntüsü vermesi aslında sözün bittiği noktadır. Sadece bu ilişki bile SMF açısından nasıl vahim bir ideolojik deformasyon yaşandığını göstermeye yeter. Üstelik bu deformasyonun bugün başlamadığı gerçeğinin ipuçları da yine bu ilişkinin geçmişinde saklıdır.

***

İşçi sınıfı ve emekçi halk hareketinde güçlü bir devrimci kabarışın yaşanmadığı koşullarda komünistler ve devrimciler parlamento seçimleri gibi yerel seçimlere de elbette kayıtsız kalmazlar. Kitlelerin politikaya ilgisinin arttığı bu kesitleri devrimin ve sosyalizmin propagandası için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışırlar. Faşizme ve kapitalizme karşı mücadele bilincini geliştirmeyi, işçi ve emekçi kitlelerle kalıcı örgütsel bağlar kurmayı esas alırlar. Bu amaçla her şeyden önce nasıl bir toplumsal düzen, iktidar ve yerel yönetim anlayışına sahip olduklarını içeren devrimci bir dönemsel program ortaya koyarlar. Öne çıkardıkları taleplerden propaganda ve ajitasyonlarının içeriğine, izleyecekleri ittifak siyasetinden yoğunlaşacakları çalışma alanlarına kadar attıkları her adıma öncelikle bu amaç ve program yol gösterir.

Yerel seçimlerin elbette kendine has dinamikleri vardır. Komünistler ve devrimciler bunların  üzerinden atlayan bir şablonculukla hareket etmezler tabii ki ama kendilerini bu sınırlılıklara da uyarlamazlar. Özellikle de günümüz Türkiyesi’nde yerel seçimlerin genel siyaset ve dengeler açısından kazandığı siyasal önemi görmezden gelemezler. Bu bağlamda Kürt sorununun üzerinden atlayamaz, Kürt hareketinin toplumsal ve siyasal kazanımlarını gasbetmeyi önemli bir politik hedef olarak gören politikalar konusunda ‘bunun yerel yönetim seçimleri’ olduğu bahanesinin arkasına saklanarak suskunluğu seçemezler. En başta da kayyum politikası karşısında net bir duruşa sahip olurlar.

Devrimci bir seçim politikası sadece söylemiyle değil ortaya koyduğu program, seçim çalışmalarına yön veren amaç, öne çıkardığı talep ve sloganlar yanında yaptığı tercihlerle de sınıfsal farkını ortaya koymak zorundadır. Kendisine seçtiği müttefikler yanında yoğunlaşma alanı olarak yaptığı seçim bu açıdan turnusol kağıdı özelliği taşır. Nüfusunun neredeyse tamamını işçilerin ve kent yoksullarının oluşturduğu sayısız bölge dururken Kadıköy gibi bir orta sınıf mekânının tercih edilmesi -tıpkı TKP ile ittifak gibi- çok şey anlatır.

Sonuç olarak SMF’nin bu tercihlerini anlamamız da ortak olup desteklememiz de mümkün ve söz konusu değildir!

***

Ekim ayından itibaren yeniden yayınlamaya başladığımız Devrimci Proletarya dergisinin ilk iki sayısında sol’da üçüncü tasfiyeci dalga tehlikesine dikkat çekmeye çalıştık. Tehlikenin özünü ve bu çemberden çıkabilmenin yolunu şöyle tanımlıyorduk:

“…Devrimci hareketin bugün içinde bulunduğu durumu ‘tasfiyecilik’ olarak tanımlamayı hak eden karakteristiklerin başında fiili olarak ‘kendisi olmaktan çıkmak’ gelir. Devrimci programatik görüşlerin, temel mücadele anlayışı ve karakteristik devrimci değerlerin sözel düzeyde savunusu sürmektedir fakat pratikte bunların hakkını verme çabası içinde olmak şurada dursun, onlara yakışmayan, dahası taban tabana zıt bir hat izlenmektedir. Başkalarına bakarak – bazılarında başkalarının gölgesinde/onların kuyruğuna takılarak- siyaset yapmak, elde avuçta kalmış olanı korumak ve bütünüyle legal alanda göreli gündelik başarılarla yetinmek esas haline gelmiştir. İdeolojik-siyasi bakımdan bu, devrimi örgütleme iddiası anlamında devrimci iktidar bilinci ve perspektifinin tümden silikleşip terkedilmesinden başka bir şey değildir.

Buradan çıkabilmek için her şeyden önce bir zihniyet devrimine ihtiyacımız var. Devrimcilikte ısrarlı ama siyasette ve toplumda esamisi okunmayan cılız ve etkisiz muhalif odakçıklar olmanın ötesine geçmek istiyorsak şayet tasfiyecilik süreçlerinin yarattığı ruh halinden kopmalıyız, o kesitlerin geriye çekici basıncı altında şekillenmiş (ya da sakatlanıp zayıflamış) siyaset tarzı ve anlayışımızı, ölçü ve alışkanlıklarımızı devrimci bir temelde yenilemeliyiz. Bu yenilenme, emek-sermaye çelişkisini esas alan sınıf temelli bir yenilenme olmak zorunda. Keza sosyalizm hedefini ‘geleceğin konusu’ olarak görmekten çıkıp güncel ve acil bir hedef olarak kavrayıp kapitalizmin yegâne alternatifi olarak sosyalizme yeniden itibar ve çekim gücü kazandırarak ‘Krize karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm’ şiarının toplumsallaşmasına odaklanmalıyız.” (abç, https://devrimciproletarya.org/solda-tasfiyeci-ucuncu-dalga-ii/)

Tehlikeyi de çözümü de hâlâ aynı şekilde görüyoruz. SMF örneği tehlikenin büyüklüğü, yakınlığı ve somutluğu yanında devrimci çözümü ete kemiğe büründürecek bir odak yaratmanın önemini ve aciliyetini hatırlatan bir yangın alârmı olmalı hepimiz için.

(*) Bu makale, 17 Ocak 2024 günü Alınteri sitesinde de yayınlanmıştır (https://alinteri9.org/2024/01/17/tarihsel-kirilma/)