
2025 1 Mayısı’nı tarih, “Taksim ruhunun damgasını vurduğu 1 Mayıs” olarak yazacak!..
Hiçbir demagoji ya da atraksiyon bu gerçeğin üzerini örtemez!..
Devletin olduğu kadar burjuvazinin tahammül sınırları içinde siyaset yapmaya alışmış yasalcı reformist çevreler ve çürümüş sendikal bürokrasi tarafından “alan fetişizmi” olarak küçümsenip dudak bükülen Taksim iradesi, karşılaşacakları devlet terörünün olası şiddetine ve güçlerinin sınırlılığına rağmen komünistler ve samimi devrimciler tarafından yıllardır ısrarla canlı tutulup yaşatıldı. Fakat olası risklerin büyüklüğü ve güç dengelerinin olağanüstü eşitsizliği nedeniyle bu ısrar bugüne kadar az sayıdaki küçük grupların gerilla eylemi türü zorlamalarının ötesine geçemedi.
Bu irade ve bu ısrar 2013’ten bu yana ilk kez bu yıl bu kadar kitlesel ve güçlü biçimde sahiplenildi.
Taksim ısrarını yıllardan beri sürdüren mücadeleci sendikalar ve devrimci örgütlere bu kez Mart İsyanı’nın sürükleyici gücünü oluşturan gençlik örgütlenmeleri de katıldı. Bununla öyle bir politik ve moral çekim gücü kazandı ki icazetçi saflarda bile yalpalama ve çatlaklar ortaya çıktı. Yer konusundaki tartışma toplantıları sırasında 1 Mayıs’ın tarihsel anlamı ve ruhu yanında Mart İsyanı’yla açığa çıkan toplumsal ruh hali ve eğilimleri esas almak yerine “kitlelerle birlikte olmak” bahanesinin arkasına saklanarak icazetçi sendikal bürokrasinin kuyruğuna takılma eğiliminde olan kimi çevreler kendi tabanlarından gördükleri tepki üzerine iki sandalyeye birden oturma mecburiyetini hissederken kimileri de yanlıştan çabuk dönüp tek adres olarak Taksim’i gösterir oldular.
Bu yıl 1 Mayıs konusunda yaşanan yarılmanın özünü, gençlik örgütleri günler öncesinde sloganlaştırdı:
“Ne icazet bekleriz ne talimat! 1 Mayıs’ta Taksim’deyiz!”
İcazetli 1 Mayıs’ın bu yılki adresi Kadıköy’dü.
4’lü İcazetçi Blok’u bu konuda daha fazla rezil olmaktan yine devlet kurtardı. İstanbul’da yıllardır izin vermediği Kadıköy’e 1 Mayıs’a iki gün kala 28 Nisan’da “evet” dedi. Devlet bu ‘esnekliği’ göstermeseydi sendikal bürokrasi büsbütün rezil olacaktı.
Devletin bu esnekliğe zorlayan yine Taksim iradesiydi. Onun bu yıl kazandığı kitlesel meşruiyet ve çekim gücü devleti de korkuttu. Kadıköy’e de izin vermeyecek olursa icazetçi uzlaşma barajının hepten işe yaramayacağını gördü. Burjuva devlet bunun sonuçlarını göze alamadı.
Taksim korkusu bu yıl o kadar büyüktü ki ‘devlet aklı’, icazetçiliğe alan açan esneklikle de yetinmedi, tarihsel reflekslerinden birini daha konuşturdu. 1 Mayıs’a iki gün kala devrimcilere yönelik kitlesel gözaltı operasyonlarına girişti. Kadıköy’e gideceklerini açıklayan çevrelerden bazıları bile “1 Mayıs günü Taksim ve çevresinde provokasyon hazırlığında oldukları” iddiasıyla yapılan bu gözaltı terörünün hedefi oldular.
Burjuva devletin Taksim korkusu 1 Mayıs günü zirve yaptı. İstanbul’da özellikle de Avrupa yakasında neredeyse kapatılmadık ana güzergâh, metro istasyonu, otobüs durağı kalmadı. Taksim Meydanı ve Şişli Camii’nin etrafı bariyerlerle çevrildi, Cami kapatıldı, geçiş belgesi olmayanların çevresinden geçmesine dahi izin verilmedi, Şişli ve Mecidiyeköy civarında yolda yürüyen herkes polisin hedefi oldu, turistler ellerinde bavullarıyla araç aradı… O günlerin deneyimine sahip olanlar, alınan önlemleri “darbe günlerine” benzetti. Kısacası ‘korku dağları bekledi’.
İşçilerin, gençliğin, sosyalistlerin ve devrimcilerin Taksim iradesi buna rağmen pes etmedi, kırılmadı, zayıflamadı. Tersine, geçmiş yıllardan çok daha inatçı ve kalabalık gruplar halinde dalga dalga harekete geçildi. Saat 10.00 civarında başlayan eylemler 15.30’a kadar sürdü; “Bitti” denildiği anda başka bir sokaktan çıkıldı. 400’ün üzerinde eylemcinin gözaltına alınmış olması da Taksim iradesinin bu yıl nasıl sahiplenildiği hakkında bir fikir verir herhalde.
Kadıköy icazet alanında ise görüntüyü yine Kürtler kurtardı. En kitlesel katılımı onlar gösterdi. “Kitlesellik…Kitlesellik…” edebiyatı yapan reformist parti ve örgütlerin bir-ikisi dışında ne ölçüde “kitlesel” olduklarını da bir kez daha görmüş olduk bu arada. Özellikle çöreklendikleri koltukların tarihsel anlam ve birikiminin arkasına saklanarak kendilerini “emeğin temsilcileri” gibi göstermeye çalışan sendika ve meslek odası bürokratlarının içleri kadar altlarının da ne kadar ‘boş’ olduğu gerçeği çok açıktı. Taşıyabildikleri işçi ve emekçi memur sayısı bireysel katılım gösterenlerin yarısına bile yaklaşamadı.
1 Mayıs’ın özünde emek ile sermayenin karşılıklı güç yoklaması, birbirleri üzerinde yarattıkları etki ve korkunun ölçülmesi yattığına göre 2025 1 Mayıs’ı için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
Bu korku yeter size! Biz Taksim’e çıktık!..