Strateji ve Taktik: Mücadelenin A B C’si

160

Oya Açan

“Devrimci bir proje tasarlayabilmek, yani bugünü tasarlanmış bir geleceğe göre dönüştürmeye yönelik, üzerinde iyi düşünülmüş bir niyete sahip olabilmek için, bugüne bir yerinden tutunmak gerekir.” (Zygmunt Bauman)

Devrimci mücadele yürüten güçler açısından strateji ve taktikler başlığı sınıf mücadelesinin değişmez konularından biri olagelmiştir. Mücadelenin yönünü ve doğrultusunu tayin eden, başarı/başarısızlık ölçütlerinin netleşmesini sağlayan, faaliyetlerin belli uğraklarda sınanması/sınanabilmesi açısından adeta bir ölçer işlevi gören bu şaşmaz kılavuzu doğru kavramak olmazsa olmazdır. Eğer doğru bir tarzda algılanıp kavranmazsa stratejinin taktiğin yerini alması, bazen de taktiğin stratejiyi yemesi örnekleriyle karşılaşmak işten bile değildir. [daha sonra örnekler vereceğim]

Elbette sadece bununla sınırlı değildir sonuç almanın önüne geçen etkenler: Strateji, taktik, örgütlenme ve eylem biçimlerinin birbirini güçlendirerek işletilip işletilmediği de temel önemdedir.

’80’lerin ortalarından itibaren Sovyet revizyonizminin proletarya örgütlerine verdiği “öğüt”lerden biri de “Marksist ideolojinin strateji, taktik gibi askeri terimlerden arındırılması”ydı. Böyle yapmakla kendi stratejilerine uygun davranmış oluyorlardı. “Örgüt”leri de proletaryanın dünya devrimi ve komünizm stratejik hedefinden vazgeçmesini ve burjuvazinin lütfedeceği kırıntılarla oyalanmasını sağlama çabalarının bir parçasıydı.

Strateji ve taktik, gerçekten de savaş sanatına ilişkin askeri terimlerdir. Savaş sanatının önde gelen isimlerinden Clausewitz stratejiyi, “savaşın amacı için mücadelede askeri güçleri kullanma teorisi” olarak tanımlar. Taktik ise “mücadelede askeri güçleri kullanmanın teorisi”dir. Clausewitz’e göre strateji “savaşın plânını oluşturur ve bu amaçla son kararlara yol açacak eylem dizgelerini (taktiklerini -nba) birbiriyle bağdaştırır. Farklı plânlar yapar, herbir atılımda verilecek mücadeleleri düzenler.”

Strateji bir kez belirlendikten sonra…

Proleter devrimin eylem kılavuzu olan Marksizm-Leninizm’in strateji ve taktik anlayışının en özlü tanımını Stalin’de buluruz. Stalin stratejiyi, “…proletaryanın programında ifade edilen amaçlara ulaşmak için düşmanına esas darbeyi en avantajlı olarak indirebilmede işçi sınıfı hareketinin izlemesi gereken temel yönü tayin etmek” olarak tanımlar.

Proletarya partisinin stratejisi, Marksist-Leninist teori ve partinin programı ışığında şekillenmek zorundadır. Ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasal yapısının, rejimin karakterinin, başta proletarya olmak üzere ezilen sınıfların bilinç ve örgütlülük düzeylerinin, mücadele geleneklerinin, dünya tarihsel koşullar ve sınıfsal dengelerin, ülke proletaryasının tarihsel bilinç ve deneyim birikiminin çözümlenmesine dayanır; proletarya hareketinin tarihsel hedef ve amaçlarıyla mevcut durum arasında bağlantıyı kurar, izlenmesi gereken hattın köşe taşlarını belirler, proletarya ve müttefiklerinin mevzilenme plânını ortaya koyar. Strateji bir kez belirlendikten sonra adım başı, -beklenen ya da beklenmeyen- her farklı gelişmede değişmez. Stratejinin değişmesi ancak derin ve köklü dönüşümlerin gerçekleşmesi koşullarında mümkün olur. Aksi durumda bütün bir dönem boyunca strateji taktiklere yol gösterir, mücadeleyi yönetir.

Taktiklerin rolü ve önemi

Örgütsel çalışma, alanın ve dönemin özelliklerine, program ve iktidar hedefine uygun olarak belirli bir plân dahilinde somut ve net hedefler koyarak yürütülür. Bunun başlıca aracı, stratejik başarıyı koşullayacak olan taktiklerdir.

Taktikler, “belirli bir dönüşüm ve stratejik dönem temeli üzerinde iniş ve çıkışlar tarafından, birbirleriyle mücadele eden güçlerin ilişkileri tarafından, mücadele biçimleri tarafından, hareketin temposu tarafından belirlenir.” Bütün bir savaşın değil, irili ufaklı bir dizi muharebe ve çatışmanın kaderini tayin eden taktikler, söz konusu stratejik dönem boyunca pek çok kez değişir; kısa, orta ya da nispeten uzun vadeli olarak belirlenebilir. Ancak her durumda “taktikler stratejinin çıkarlarına tabidir.”

Lenin taktiklerin önemini şöyle tanımlar: “Mevcut siyasi durumu değerlendirme ve günümüzün ‘can sıkıcı soruları’na kesin cevaplar verme temelinde taktiksel bir çizgi olmaksızın, bir teorisyen çevresi olabiliriz ama işleyen bir siyasi varlık olamayız.” Buradan da anlaşılıyor ki, stratejinin gerçekleşmesi tümüyle doğru taktikler izlenmesine bağlıdır. Bir örgütün/partinin Leninist anlamda politika yapıp yapmadığı ne ölçüde isabetli ve devrimci taktiklere sahip olduğuyla ölçülür. Tabii ki, Lenin’in de vurguladığı gibi sadece konuşan, yazan, çözümleyen bir aydın çevresi ya da her durumda beylik kalıpları tekrarlamakla yetinen bir muhalefet çevresinden farklı olarak devrimci anlamda taktik sahibi olmak o taktikler doğrultusunda pratik sahibi olmayı gerektirir.

Politika düzeyinde belirlenmiş olan taktiğin, hangi yöntem ve örgütsel araçlarla kitlelere taşınacağı ve onların o politikalar doğrultusunda nasıl harekete geçirileceği belirlenmediğinde -ve bunda ustalaşılmadığında- politika düzeyindeki saptamaların pratiğe taşınması ve maddi bir güç olarak ortaya çıkması olanaksızdır.

Dönemlerin, alanların, gelişen olayların özgül bir çözümlemesini yaparak belirleyemiyor, o çalışmaya sadece genel devrimci sloganlar ve örgütsel faaliyetimizin temel araçlarıyla yöneliyorsak genelgeçer bir ‘devrimci’ çalışma yürütüyoruz demektir; bunun da bir sonuç alıcılığı, geliştiriciliği olmaz.

Özel bir politika olarak taktik

Çalışmanın genelgeçer ‘devrimci’ bir çalışma olmaktan çıkarılmasının birinci koşulu, o olay ve gelişmelerle ilgili özel bir politika saptamaktır. Bu özel politika ve onun bir parçası olarak ileri süreceğimiz sloganlar geniş yığınların yaşamına dokunmalı, onları harekete geçirici olmalıdır. Havada kalmamalı, o konu ve olayla ilgili olarak somut, canlı; kitlelerin acısını ve yoksunluğunu çektikleri yaşamsal talepleriyle bağlantı kurmasını sağlayıcı özellikte olmalıdır.

Taktiklerin özü ve hedefleri sloganlarda cisimleşir. Sloganları taktiklerin yoğunlaşmış ifadesi olarak da tanımlayabiliriz. Kitlenin o kesitteki durumuna uygun bir ajitasyon ve eylem sloganına sahip olunması gerekir. Bu sloganlar öncelikle kitleyle buluşmaya en yakın sloganlar olmalıdır. Aksi durumda, kitlelerin o anki durumuyla, nesnel durumla örtüşmüyorsa bizi kitlelerle ilişki kurmaktan, onları harekete geçirmekten alıkoyar. Dolayısıyla, lâfta(teoride ya da kağıt üzerinde) ne kadar doğru bir çözümleme ve strateji çiziyor olursanız olun kitlelerle buluşmayan örgütsel taktikler mücadeleyi geliştirmekten uzaktır. 

Taktik ustalık

Tarihin tüm sömürücü sınıflarının baskı, manevra ve aldatma geleneğini devralmış birleşik gericilik ordusuna karşı zaferin kazanılıp korunması, uzun, sancılı ve son derece zorlu bir süreçtir. Sürecin tek etmeni proletarya hareketinin gücü değildir. Yaşamın sonsuz çeşitliliği ve devinimi, hareketin eşitsiz gelişimi, proletaryanın burjuvaziyle kendisi arasında yer alan, bocalayan müttefikleriyle çevrili olması, ulusal ve uluslararası plândaki güçler dengesi vb. devrededir. Bu durum kimi kez karşı devrime ardarda yıkıcı öldürücü darbeler indirilmesi, kimi kez de gericiliğin öldürücü, yıpratıcı darbelerinden kaçınılması (ya da en az tahribatla sıyrılınması) için taktik çaba ve ustalığı gerekli kılar.

Özellikle dar bir örgüt çeperinden, yüzler, en fazla binlerle konuşmaktan çıkarak milyonlara hükmetme, yığınlar üzerinde kesin ideolojik-örgütsel ve manevi bir otorite kurma konumuna yükselmiş komünist, devrimci-yurtsever bir örgüt söz konusu olduğunda bu taktik ustalık, bizzat devrimin kaderi açısından çok daha yaşamsal bir önem taşır.

Taktikler konusunda komünistler ile oportünistleri ne ayırır

Mücadelenin seyrindeki iniş çıkışlara bağlı olarak sık sık taktik değişikliklerin gündeme gelmesi doğaldır. Ancak bu değişmeler sırasında komünistler belkemiksiz oportünistlerden ve “sol” doktrincilerden nerede ayrılır?

Birincisi, komünistler, “devrimci sınıfın görevlerini yerine getirebilmesi için… toplumsal eylemin bütün biçimlerine ve bütün yönlerini sahip çıkmasını” bilirler ve “gerektiğinde, bir biçim yerine bir başkasını koymaya hazır”dırlar.

II. Enternasyonal’in iflası, onun yaşamın diyalektik akışına ayak uyduramaması ile doğrudan ilintilidir. Kapitalizmin nispeten uzun bir dönemi kapsayan barışçıl gelişme döneminde II. Enternasyonal partileri barışçıl ve parlamenter taktikleri, mücadele biçimlerini ustaca uyguladılar. Ancak onlar tek bir mücadele biçimine, tek bir taktiğe bağlanıp kaldıkları için, statükoculuğa ve oportünizme sürüklendiler. Barışçıl eylem dönemi yerini burjuvazi ile açık çatışma dönemine bıraktığında emperyalist burjuvazinin ilk hamlesi onları sefil bir çöküşe itti. Sağ oportünizmin taktikler konusundaki genel karakteri budur.

“Sol” doktrincilik ise devrimci lafazanlıkla maluldür. Objektif koşulları ve somut güç ilişkilerini hesaba katmaksızın habire genel devrimci sloganları tekrar eder durur. Dönemsel değişimlere uygun olarak proletarya partisinin başvurduğu taktik değişiklikleri, örgüt ve mücadele biçimlerindeki farklılaşmayı kavrayamaz. Üstelik devrimin zararına olarak bunları baltalamaya çalışır. “Genel olarak”, “ilke olarak” uzlaşmalara, geri çekilmeye vb. karşı olmasıyla övünür. Lenin, sözde “dünya devriminin çıkarları adına” Brest-Litovsk Barışı’nı reddederek genç Sovyet Cumhuriyetini uçurumun eşiğine getiren “sol”cuları, “emperyalistlere yardım eder duruma gelmekle” suçluyordu. “Sol” doktrinciler “Parti içinde, sınıftan kopuk aydın ‘kaymak tabaka’”yı temsil ediyordu.

İkincisi, komünistlerin taktik adımlarına her zaman stratejik hedefler kumanda eder. Taktiklerin başarısı stratejik başarıya katkısıyla ölçülür. Stratejinin amaçlarıyla çelişen taktik başarılardan vazgeçmek zorunludur. Engels’in sözleriyle “komünistler, kendilerini değil tarihsel gelişmenin yarattığı bütün ara aşamaların ve bütün uzlaşmaların ötesinde son amacı, yani sınıfların kaldırılmasını, toprağın ve üretim araçlarının özel mülkiyetine yer vermeyen bir toplumsal düzenin kurulmasını açıkça görebildikleri için komünisttirler.” Stalin, strateji taktik ilişkisi açısından, “Anlık etkileri bakımından çok parlak olan, ancak stratejik olana tekabül etmeyen taktik başarıların ‘beklenmeyen’ durumlar yaratarak tüm harekete hayati zararlar verdiği zamanlar vardır… anlık siyasal etki düşünüşü taktiklere rehberlik etmemeli, sağlam bir temelden ayrılıp havada şatolar kurmamalıdır” der.

Uzlaşma var uzlaşma var…

Mücadelenin gelişmesindeki iniş çıkışlara ve güçler dengesine göre değişebilen taktikler, kimi durumlarda doğal olarak kimi uzlaşmaları, kimi geri çekilmeleri, dolambaçlı yollardan yürümeyi gerektirebilir. Ama uzlaşma vardır, uzlaşma vardır. Sınıf mücadelesinin karmaşık süreçleri içinde devrimci açıdan doğru ve yerinde taktik uzlaşmalarla, teslimiyetçi, oportünist nitelikteki uzlaşmaları birbirinden ne ayırır? Bunun da ötesinde oportünist ilkesizliğin “gerçekçilik” veya “taktik esneklik” adına vazettiği “uzlaşmalar siyaseti” ile kimi zaman geri çekilmeler ve uzlaşmaları da reddetmeyen devrimci taktik tutum arasındaki sınır nedir? Bu sınırı iki şey belirler: Birincisi stratejik hedefin taktiğe kurban edilmemesidir. İkincisi de uzlaşmaların “devrimci eylemin reddedilmesi temeli üzerinde bir ‘uzlaşmalar siyaseti’ne” dönüşmemesidir.

Taktiğin belirlenmesinde öncünün ve hedef kitlesinin, yani proletarya ve emekçi yığınların bir bütün olarak bilinç ve hazırlık düzeyi, ruh hali kuşkusuz büyük önem taşır. Fakat en olumlu ve en olumsuz durumlarda bile, devrimci taktik -Lenin’in de dediği gibi-, “yalnızca devrimci duygu üzerine” kurulamaz. Taktik aynı zamanda, ulusal ve uluslararası ölçekle sınıf güçlerinin değerlendirmesini de hesaba katarak dünya devriminin çıkarı ve deneyimine dayanmalıdır.

Öncünün attığı taktik adımlar kitlelerce anlaşılmalı, parti programıyla ilişkisi görülebilmelidir. “Taktik ustalık” ve “incelik”, kitlelerin partinin stratejik amaçlarına ilişkin kavrayışını bozmak, bilincini bulandırmak değildir. Taktik, proletaryanın genel olarak bilincini, devrimci ruhunu, savaşma ve yenme yeteneğini düşürecek değil, yükseltecek biçimde” uygulanmalıdır.

Kitleleri zafer anına ancak strateji ve taktik arasında doğru devrimci bir ilişki kuranlar taşıyabilir.