Sınıf özcülük devrimcilik değildir

H. Selim Açan
İşçi sınıfı hareketi ile devrimci sosyalist hareket arasındaki ilişkinin düzeyi ve içeriği, bir ülkedeki devrimin seyrini ve karakterini belirleyen temel etkenler arasında yer alır. Sınıf hareketiyle sosyalist hareketin birbirinden beslenerek iç içe gelişmesi her ikisinin de gücünü ve etkinliğini artırmakla kalmaz; daha da önemlisi her ikisine de özel bir sağlamlık ve süreklilik kazandırır. Tersi durumlarda ise her iki hareketin zaman zaman kesişmekle birlikte ayrı mecralarda akışı ise işçi hareketi açısından dağınıklıktan/tekillikten kurtulamamayı, görkemli çıkışların bile arkasını getiremeyen bir soluk yetersizliği ve yönsüzleşme tehlikesini büyütüp canlı tutarken devrimci sosyalist hareketi de toplumsal-siyasal etkisi sınırlı dar bir ‘devrimci muhalefet hareketi’ olmaktan kurtulamama riskiyle karşı karşıya bırakır.
Türkiye solunun tarihi bu açıdan yeterince eğiticidir. TKP’nin 12 Mart sonrası Maden-İş aracılığıyla DİSK üzerinde etkili olduğu kısa bir kesit dışında bu iki hareket birbirinden büyük ölçüde kopuk seyretmiştir. 12 Mart dönemine gelene kadar kuruluşuna sendikacıların önayak olduğu TİP dahil sosyalistlik iddiasındaki hiçbir parti, örgüt ya da çevrenin işçi hareketi üzerinde genelleşmiş bir etki ve yönlendirmesinden söz edilemez. Kıvılcımlı geleneğinin 12 Mart öncesi İsmet Demir üzerinden inşaat işçileri ya da Mersin soda işçileri, 12 Mart sonrası deri işçileri arasındaki etkinliği ya da Dev-Yol’un Yeraltı Maden-İş örneği gibi iz bırakan örnekler kaideyi bozmayan istisnalardır. Kaldı ki bu andığımız örnekler dışında kimi başka parti ve örgütler de sınıf içinde dönem dönem çalışma yürütmüş, bazıları anlamlı kimi örnek faaliyet ve mevziler de yaratmışlardır. Fakat bunların hepsi göreli, sınırlı ve lokal adımlar olmanın ötesine geçememiştir.
Türkiye solunun sınıfla arasındaki açıklık ‘90’ların ortalarından itibaren büyümekle kalmadı, 2000 sonrası ürkütücü bir kopukluk halini aldı. Bu kesitte sınıfa yönelimin kendisi adeta kayboldu. Bunun arka planında işçi sınıfının kapitalist sistemdeki konumunun ve devrimde öncü rolünün inkârı yatıyordu. Bu sadece işçi sınıfından değil sosyalizmden de bir kopuştu. Bu kopuşta üretimin örgütlenmesindeki değişimle buna paralel olarak işçi sınıfının yapısı ve bileşimindeki değişimin de büyük rolü olmakla birlikte bu değişimin görülüp çözümlenmesindeki zafiyet ya da savruluşlar yanında “sınıfların ve sınıf mücadelelerinin artık geçmişte kaldığını” iddia eden neoliberalizmin estirdiği ideolojik rüzgârların anaforuna kapılma bu konuda belirleyici bir rol oynadı. Sınıfı ve sınıf mücadelesini esas alan çizgi ve anlayışların yerini liberal bir muğlaklık taşıyan demokrasi ve insan hakları savunuculuğu, kimlik ve kültür politikaları aldı.
Fakat hayat hükmünü yürüttü. İflas etmiş bir sistem olarak kapitalizm gerçeği, neoliberal ideolojinin farklı versiyonlarını/alt çeşitlemelerini oluşturan bir zamanların bütün “moda” eğilim ve “teori”lerini ıskartaya çıkardı. Öyle ki, “Marksizmi aşma” iddiasındaki bu moda teorilerin en popülerlerinden “radikal demokrasi” tezini ortaya atan iki isimden biri olan Chantall Mouffe bile (diğeri Ernesto Laclau), 2019 yılında bu kez “Radikal demokrasi tutmadı, bari sol popülizme yönelelim” önerisiyle boy gösterdi.
Bu tıkanma ve iflasın gerisinde bizatihi neoliberal birikim modelinin doğurduğu sonuçlar yatıyor. Bunların başında da emek-sermaye çelişkisinin çıplak gözle görülebilecek ölçüde keskinleşmesi geliyor. Zenginlikle yoksulluk arasındaki uçurumun insan olanı isyan ettirecek boyutlar kazanması yanında emperyalizm çağında kapitalizmin temel toplumsal dayanağını oluşturan orta sınıfın eski konumunu ve göreli ayrıcalıklarını kaybederek proleterleşme sürecinin kazandığı hız ve kitlesellik bu keskinleşmeyi ivmelendiren etkenlerdir. Bir zamanlar “tarihin sonu”nu ilân edecek kadar gözü dönmüş olan neoliberal küstahlığın sadece ekonomi ve siyaset alanında değil ideolojik ve moral açılardan da iflas edip eski cazibesini yitirmiş olmasını da bu etkenler kapsamında saymak yanlış olmaz.
Sınıfı hatırlamak ama…
Bugün, sınıf gerçeğine yabancılaşma, işçi sınıfına uzak durmakta ısrarın düne göre zayıflamaya yüz tuttuğunu söyleyebiliriz. Fakat bunun sağlıklı bir ‘uyanış’ olduğunu söylemek erken olur. Sezgisel düzeyde de olsa henüz yeterince olgunlaşmamış bilinçli bir yönelimin ifadesi olmaktan çok koşulların baskısıyla şekillenen her yönelim gibi bunun da lekeleri, içerdiği savrulma riskleri çok fazla. Bunlardan bazıları yol yürünüp mesafe alındıkça belki aşılacak pürüzler fakat bazılarını işçi sınıfı içindeki çalışmanın karakteri, sınırları ve geleceği açısından tayin edici önemde yeni farklılıkların nüvesel dışa vurumu olarak görmek gerekiyor.
Proletaryanın büyüyüp genişlemesine paralel olarak sınıf içindeki katmanlaşma ve farklılıkların da artmasından hareketle “gerçekçi ve kucaklayıcı olma” adına devrimci öncü parti anlayışını sulandırıp günümüzde çok daha yakıcılaşmış acil bir zorunluluk haline gelen sosyalizm hedefinin ötelenmesine yol açacak fanteziler bunların başında geliyor.1 Proleter devrimci karakterde militan bir sınıf siyaseti açısından başka bir tehlikeyi de ‘sınıf özcülüğünü popülerleştirmek’ başlığı altında toplayabiliriz.
Mao Zedung’un ünlü benzetmesiyle “şekere bulanmış mermi” özelliğini taşıyan bu kategori karşımıza genellikle ‘keskin sınıf devrimciliği’ görünümünde çıkıyor. Fakat bu görünümün altında, eski konumlarını son yıllarda daha da hızlanmış biçimde kaybederek proletaryanın saflarına katılan eğitimli kesimleri (geçmişte kimi ayrıcalıklara sahip, bu bağlamda kendilerini ‘proletaryanın dışında, ondan farklı’ gören ‘beyaz yakalı’ kesimler), onların ruh hali ve beklentilerini esas alan ‘orta sınıf’ işçi siyasetini ‘çekici’ kılma çabası boy gösteriyor.
Bu kafada olanlara, nesnel olarak işçileşmekle sınıf bilincine sahip işçi olmak arasındaki farktan hareketle bilinçli bir sınıf hareketinin burjuvaziye karşı olduğu kadar kendi içinde de ekonomizm ve sendikalizmin değişik türleri yanında aristokratik bir işçi siyasetine en açık kesimlerle ilişkilerinde de tedbiri elden bırakmayan bir uyanıklık içinde olması gerekliliğini hatırlattığınız zaman, “sınıfın yapısı ve bileşimindeki değişimi anlayamamaktan” tutalım “ezilenci toplumculuk” yaftalamasına kadar işitmediğiniz kalmaz.
Neyse ki “Parlayan her şey altın değildir” uyarısını unutarak “derin” görünen her teori paralamasının üzerine balıklama atlayanlar kadar proletaryanın saflarının genişlemesi olgusunun beraberinde getirdiği imkanlar yanında militan devrimci bir sınıf siyaseti açısından barındırdığı risklerin farkında olanlar da var.2
Sınıf fetişizmi ve özcülük Marksizm değildir
İşçi sınıfı devrimciliğiyle sınıfı fetişleştirmeyi birbirine karıştıran özcülük, nesnel konum olarak işçi sınıfına mensup olmakla sınıf bilincine sahip olmayı ontolojik bir ilişki olarak görür. Ona göre bilinç, varlığın düz bir çizgi halinde kendi kendine olgunlaşıp dışa vuran doğal sonucudur. Bu idealizasyonun bir ayağını da, işçi sınıfını, içinde farklı kesim ve katmanlar barındıran heterojen bir yapı olarak değil homojen bir blok gibi algılamak oluşturur. Yaklaşım bu kadar düz ve indirgemeci olunca sınıf bilincinin ‘genetik/ontolojik’ bir özellik değil sonradan edinilen bir ‘şey’ olduğunu hatırlatmanız ona “proletarya gerçeğini kavrayamama” olarak görünür. Sınıf içi bölünme ve katman farklılıklarının içerdiği risklere dair uyarılar ise ‘sınıfın en nitelikli kesimlerini dışlama, onlara karşı kuşku ve güvensizlik’ demagojisiyle karşılanır.
Halbuki bir sınıfa mensup olmakla o sınıfın bilincine sahip olmak aynı anlama gelmez, bunların arasında otomatik bir ilişki yoktur. Bunlardan ilki nesnel bir konumu ifade eder, ikincisi ise tümüyle özneldir ve belirli bir süreç içinde/sonucunda edinilir. Ne var ki sınıfı fetişleştiren özcü yaklaşım aradaki bu önemli farkı çoğu kez ‘unutur’.
Bu ‘unutkanlık’ genellikle konum kaybı sonucu işçileşmiş eski beyaz yakalı kesimlere yakınlık duyan işçici küçük burjuva entelektüellerde karşımıza çıkar. Başlangıçta kan uyuşmasından kaynaklanan içgüdüsel/refleksif bir sempati biçiminde kendisini gösterir, bazılarında zamanla yerli yerine oturup daha sağlıklı bir sınıf kavrayışı zeminine evrilirken genellikle ‘başkalarından farklı ve derin görünme’ kompleksi güçlü olanlarda giderek bilinçli bir tercih halini alır hatta bu orta sınıf devrimciliğinin teorizasyonuna dönüşür.
“İşçi sınıfı bilinci, sınıf mücadelesi sonucunda gelişen tutum, algı ve davranışların sınıfsal bir içeriğe kavuşmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla, üretim ilişkilerindeki konumlar çerçevesinde şekillenen sınıf çıkarlarının bilincine varmak, sınıf mücadelesi dolayımıyla gerçekleşmektedir.
(…) işçi sınıfı bilinci; emek süreci, eğitim durumu, etnisite, toplumsal cinsiyet, köksüzlük gibi faktörlerin etkisi altında gelişmektedir. Kendini bir toplumsal sınıfa ait hissetmek ile başlayan işçi sınıfı bilinci, alternatif eşitlikçi bir toplumsal sistemin oluşturulması için mücadele etmeye doğru gelişim gösteren bir süreçtir. Bu teorik tartışmalar ve alan araştırmaları göstermektedir ki, işçi sınıfı bilinci, sınıf yapısındaki konumların kaçınılmaz değil olası sonuçlarını ifade etmektedir.” (Çetin Yılmaz, İşçi Sınıfı Bilinci Üzerine Güncel Yaklaşımlar, Çalışma ve Toplum dergisi, 2013/3, sayı:38, sf.347)
Marksizm’in “kendinde sınıf-kendisi için sınıf” ayrımı da zaten bunu anlatır. “Kendinde sınıf” nesnelliktir, kapitalist toplum içindeki konumu itibarıyla işçi olmayı ifade eder. “Kendisi için sınıf” ise bu konumun bilincine varmış olmayı yani belirli bir öznelliği anlatır. Bu bilinçlenme pratik yoluyla asıl olarak mücadele içinde gerçekleşir.
Marx, bu ikisi arasındaki farkı Felsefenin Sefaleti’nde şu şekilde açımlar:
“Ekonomik koşullar ülkenin halk yığınlarını ilkin işçi haline getirir. Sermayenin dayanışması, bu yığın için ortak bir durum, ortak çıkarlar yaratmıştır. Bu yığın böylece, daha şimdiden sermaye karşısında bir sınıftır, ama henüz kendisi için değil. Ancak birkaç evresini belirtmiş olduğumuz bu savaşım içinde bu yığın birleşir ve kendisini kendisi için bir sınıf olarak oluşturur. Savunduğu çıkarlar sınıf çıkarları olur. Ama sınıfın sınıfa karşı savaşımı, politik bir savaşımdır.” (Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, sf.157)
Marx bu özlü ayrımı, daha önce kaleme aldığı (1845 yılında) Alman İdeolojisi’nde de “tek tek bireyler ancak başka bir sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler” şeklinde formüle eder.
Kısaca aktardığımız bu alıntılardan da görülebileceği gibi işçi sınıfı bilinci, işçi olmanın beraberinde getirdiği, ona içkin (konumun kendisinden kaynaklanan) yapısal bir özellik değil belirli bir süreç içinde (pratik mücadele) edinilen bir özelliktir. Bu süreç her şeyden önce bireyin kendisini o toplumsal sınıfa ait hissetmesiyle başlar. O temel üzerinde gelişir. Eski konumlarını kaybederek proletaryanın saflarına sonradan katılan kesimlerin takıldıkları ilk eşik de burasıdır. Bunlar “başlarına gelen bir felaket” olarak gördükleri bu yeni konumlarını az ya da çok uzun bir süre kabullenemezler. Genellikle kendi dışlarındaki kişi ve nedenlere bağladıkları -ki bu noktada haklıdırlar- bu konum kaybını ‘geçici bir yol kazası’ olarak görürler. Nesnel olarak parçası haline geldikleri yeni sınıf kardeşleriyle ilişkileri dahil düşünce ve davranışlarına az ya da çok uzun süre kaybettikleri konumlarına geri dönme arzusu ve hedefi yön verir. Stalin’in Anarşizm mi, Sosyalizm mi başlığını taşıyan broşüründe -muhtemelen kunduracı olan babasından esinlenerek- verdiği ünlü kunduracı örneği, bu bölünmüşlük halini biraz basitleştirmiş olarak ama etkileyici biçimde tasvir eder.3
Sınıfı kucaklarken…
Daha önce sahip oldukları göreli kimi üstünlük ve avantajlarını kaybederek proleterleşen küçük burjuva unsurlar sadece geçmişe geri dönme arzusunu duymakla kalmazlar. Önceki dönemlerine ait sınıf alışkanlıklarını, düşünce ve değer yargılarını, kararsız ruh hallerini de beraberlerinde getirirler. Nesnel olarak fiilen proleterleştikleri halde davranışlarına yön veren düşünce ve duygular, anlayış ve alışkanlıklar bakımından uzunca bir süre hâlâ küçük burjuva kalırlar ve bu özellikleriyle işçi sınıfı saflarında bozucu bir rol oynama riskini taşırlar. Hele sınıf hareketinde -ve devrimci harekette- en geridekileri bile anaforuna çekip peşinden sürükleyen güçlü militan bir yükselişin olmadığı günümüzdeki gibi koşullarda titreklik ve uzlaşmaya baştan yatkınlık riski sadece bu kesimlerle de sınırlı olmadan yüksektir.
Proletaryanın saflarındaki farklı katmanların özelliklerinden kaynaklanan risklerin farkında olmak hiçbir zaman onları ‘sınıfın dışında’ görmek anlamına gelmez. Sınıf hareketini militan sosyalist bir sınıf sendikacılığı çizgisinde örgütlemeye çalışırken bu kesimlere uzak durup onlarla araya mesafe koymak anlamına da gelmez. Ancak dar görüşlü dogmatik bir sınıf devrimcisi ya da işçi sınıfı denildiği zaman aklına sadece veya öncelikle bu elit tabaka gelen tatlısu sosyalisti işçicilik böyle düşünür. Halbuki bugün her ikisi de çok geri düzeylerde seyreden hem işçi sınıfı hareketinin hem de devrimci sosyalist hareketin vasıfsızlığı örgütlemenin ötesine geçebilmek için sınıfın bilgi birikimi yüksek, günümüz teknolojilerine hakim, eğitimli kesimlerini kazanmaya olan ihtiyacı büyüktür.
Zaten tarihsel bilinç ve amaç açıklığına sahip, kendisine ve politikalarına güvenen militan bir sınıf devrimciliği, sınıfın ve sınıf hareketinin mevcut durumunu ele alırken olduğu gibi sınıf içindeki farklı kesim ve katmanlara yaklaşırken de sorunu sadece olumsuzluklar, tehlikeler ve riskler yönünden görmez. Onları görmekten bile aciz veya önemsemeyen bir aymazlığa düşmeden sınıf hareketine ve mücadeleye katacaklarından azami verim almanın biçim ve yöntemlerini geliştirmeye öncelik ve önem verir. Sınıfa uzaktan bakanlar için aynı şey söylenemez belki ama kavganın içinde olanlar ihtiyaçların büyüklüğünü ve yakıcılığını da tehlike ve riskleri de neredeyse hergün her saat yaşadıklarından bilirler.
+++
1Son Mayıs seçimleri sürecinde iradesini baştan Millet İttifakı denilen burjuva muhalefet cephesinin alacağı kararlara endekslemekle kalmayıp kendi aralarındaki ilişkilerde de ilkesiz gelgitlerine tanık olduğumuz Emek ve Özgürlük İttifakı’nı parlatmayı deneyen bir yazıda dile getirilen şu görüşleri, bu yeni şekilsizleşme önerilerine örnek verebiliriz:
“… günümüzdeki komünist özne, artık sadece bir ‘parti’ olarak değil, farklı antikapitalist hareketlerin komünizan olanlarını ve farklı sınıf hallerini de kapsamalı, kendisini içinde farklı komünist ya da komünizan hareketlerin sürekli hareket ettiği bir ‘Alan’ın’ içinde konumlanarak inşa etmelidir.
Demokrasi mücadelesi başta işçi sınıfı olmak üzere bütün toplumsal güçler açısından ortaklaşılan bir alandır. Elbette her güç sürece kendi durduğu yerden kendi ihtiyaçlarını esas alarak yakınlaşacaktır. Mevcut sisteme karşı mücadelede ortaklaşılırken geleceğin nasıl bir yapıda inşa edileceği konusunda farklılıklar yaşanacak, mücadele süreci içinde hangi gücün belirleyici olacağı ya da hangi “melez” yapının şekilleneceği ortaya çıkacaktır. Demokratik Cumhuriyet, mevcut gerici-despotik yapının tasfiyesinde ortaklaşanların ortak hedefidir, onun hangi yapıda oluşacağı mücadelenin akışı içinde belirlenecektir.
Sözün özü, ittifak olgusu ve onun hangi güçlerle nasıl yapılanacağı demokrasi mücadelesinin belirleyici momentlerinden birisidir. (Oğuzhan Kayserilioğlu, Emek ve Özgürlük İttifakı makalesi, abç https://sendika.org/2023/09/emek-ve-ozgurluk-ittifaki-691534)
2“(…) Solun tabanının daraldığı küçük burjuvazinin konum kaybeden kesimlerinin proleterleşmekte oluşu ve ‘sosyalist’ kimliğe sempatisi, devrimci bir potansiyele işaret etmekle birlikte halihazırda devrimci proleter bir bilince sahip oldukları anlamına gelmemektedir. Aksine, kaybettikleri konuma geri dönme istekleri ön planda olan, tepkisini bu nedenle bir ‘yaşam tarzı savunusu’ olarak ifade eden, bir başka yaşam tarzına sahip olan diğer proleter kesimlerden çok ‘kentli-eğitimli kesimler’ ya da ‘Cumhuriyetçilik’ ortak paydası içinde ‘laik burjuvaziye’ yakın hissedebilen bir sınıf bölüğü söz konusudur. Emeğin kurtuluşundan bağımsız bir özgürlük, laiklik ve demokrasi tarifiyle; kendilerini solda ifade etseler de ideolojik etkileşimleri ulusalcı ve liberal entelektüellerle, onların etkinliğindeki medya organlarıyla ve düşünsel merkezlerledir.” (Levent Kara, Devrim dergisinin 3. Sayısında yayınlanan Reel Sol yazısından, https://sendika.org/2023/07/reel-sol-689232/)
3“…Küçük bir atölyeye sahip olan bir ayakkabıcıyı ele alalım; ama bu ayakkabıcı büyük fabrikatörlerin rekabetine dayanamayarak atölyesini kapamış ve diyelim ki Tiflis’te Adelkhanov’un ayakkabı fabrikasında işe girmiş olsun. Ayakkabıcı, Adelkhanov’un fabrikasına sürekli ücretli işçi olarak çalışmak için değil, para artırıp, küçük bir sermaye yaparak atölyesini yeniden açmak için girmiştir. Görüldüğü gibi söz konusu ayakkabıcının içinde bulunduğu ilişkiler artık proleterdir, ama bilinci şimdilik henüz proleter değil, tümüyle küçük burjuva bilinçtir. Başka bir deyişle, ayakkabıcının içinde bulunduğu ilişkiler küçük burjuva ilişkiler değildir, bu tür ilişkiler tümüyle ortadan kalkmıştır, ama onun küçük burjuva bilinci henüz kaybolmamış, gerçek durumunun gerisinde kalmıştır.” [Stalin, Anarşizm mi Sosyalizm mi, Evrensel Basım Yayım, sf. 25-26]”