Birleşik bir emek cephesi için

266

Yunus Özgür

Sınıf hareketinde işçi sınıfı bölüklerinin ikili bir durum yaşadığını gösteren çok çarpıcı bir tablo ile karşı karşıyayız son yıllarda. Bir taraftan sermayenin çok yönlü ekonomik ve siyasal saldırılarının her geçen gün yarattığı yıkım, örgütsüzleşme ve dağınıklık, diğer taraftan mevcut sendikalardan ya da sendikal çizgiden bağımsız, güven verdiği oranda karşılık bulan yeni bir sendikal anlayış damarı filizleniyor. 

Yeni filizlenen bu damar asıl olarak örgütsüz, güvencesiz kesimler ya da neoliberal birikim politikaları ve teknik gelişimle birlikte oluşan (online satış, kurye, lojistik vs.) yeni işçi bölükleri içinden filizleniyor. 

Metal, gıda, petro-kimya gibi işkollarında da içi geçmiş sendika bürokrasisini de zorlayan tabandan gelen bir basıncın varlığı hissediliyor. Klasik aidat-ücret sendikacılığı çizgisinin küçük ya da zor diyerek burun kıvırdığı işletmelere doğru genişleyen bir örgütlenme arayışı sözkonusu. Buralarda son yıllarda nispeten diri sendika şubelerinin çabaları ve ilerici-öncü güçlerin dokunuşlarıyla azımsanmayacak bir direniş ve örgütlenme deneyimi birikimi oluştu. 

Kısacası işçi sınıfının gövdesinde oldukça hareketli bir durumun yaşandığı görülüyor. Bu açıdan son derece kritik bir eşikten geçtiğimizi belirtmek yanlış olmayacaktır. Bu ikili karakterin belki de en ciddi handikabı sınıfı yeni bir solukla örgütleme gayretine girişecek kızıl sendikacılık çizgisini rehber edinmiş öncü-devrimci güçlerin zayıflığı. 

Fakat buna rağmen bir avuç öncü gücün ısrarlı, emek yoğun çabasının güven verdiği oranda hızla karşılık bulduğunu da görüyoruz. Bu bile işçi sınıfının nesnel koşullarının her geçen gün daha da acımasız hale gelmesinin de etkisiyle örgütlenme arayışına girdiğini, bu arayışla dinamik öncü güçlerin buluştuğu yerlerde anlamlı sonuçların ortaya çıktığını gösteriyor. Bu gerçeğin kendisi bize çok şey anlattığı gibi önemli görevlerle karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. 

Güven duygusu çok önemli

Her dönem, kendi nesnel koşulları içinden şekilleniyor. Türkiye’de işçi sınıfının örgütlenme arayışı, deneyimleri ve birikimleri de bu gerçeğe göre şekillendi. Türk-İş’in kuruluşu, hızla teşhir olması ve DİSK’in kuruluşuna giden süreç, 15-16 Haziran’lar, 1 Mayıs’lar, irili ufaklı inatçı direniş ve grevlerle örülen bu süreç, ardı ardına gerçekleşen askeri darbeler, kapitalist birikim modellerindeki farklılaşmalarla iç içe gelişerek, kırılıp doğrularak seyretti. Tüm bu seyir içinde sınıfa öncülük iddiası taşıyan güçler bir şekilde varoldu. Fakat bu özelliklerinden de bağımsız olarak o dönemlerde işçi sınıfının yer yer siyasallaşan hareketlerin öznesi olmasını asıl olarak güven duyabilecekleri bir odağın varlığı belirledi. 

‘80’lerden başlayarak süreç, sınıfın örgütsüzleştirilmesi, taşeronlaştırma, esnek çalışma biçimleri yani güvencesizliğin sayısız biçimiyle iç içe geçerek ilerledi. Bu süreçte bile sistemin tüm ideolojik-siyasi-kültürel saldırıları altında işçiler güven duydukları oranda direndiler, o direnişler içinde özneleşebildiler. 

Özelleştirmeler karşısındaki direnişler TEKEL direnişine kadar inişli çıkışlı biçimde sürdü. O direnişlerde bile rutin-bürokratik sendikalar içinden filizlenen daha ileri çıkışlar, platformlar belirleyici oldu. Solukları yetebildiği kadarıyla bu saldırıların öyle tereyağından kıl çeker gibi kolay gerçekleşmesini en azından zora soktular. SEKA’da, THY’de, termik santrallerde, madenlerde bunu yaşadık. Hemen hepsinde sınıfın öncü güçleriyle şu ya da bu şekilde temas içinde olan öncü işçiler ya da konfederasyonlar içindeki diri sendikaların oluşturduğu birleşik ve güç-güven veren örgütlenmeler etkili oldu. Kırılmaları bile esasında yeterli bir birleşik mücadele ve dayanışma anlayışıyla buluşamamalarındandı. 

Sözü aslında “Bugün, sınıfın örgütsüzleşirken örgütlenmeye yöneldiği bu koşullarda böyle bir odağı nasıl oluşturabiliriz?” sorusuna getirmek istiyoruz. İnşaat işkolunda biz bunu çok somut yaşıyoruz. Milyonlarca işçinin çalıştığı, güvencesizliğin-kuralsızlığın temel çalışma biçimi olduğu bu işkolunda daha güçlü bir işbirliğiyle/dayanışmayla nelerin değiştirilebileceğini çeşitli lokal örneklerden görüyor-yaşıyoruz. 

Bugünkü filizler- Özak örneği

Enerji-Sen’in birçok şirkette sarı Tesiş’in yetkisini düşürmesi, barajı aşması başlı başına sınıfın ruh halinin kavranması açısından manidardır. Aynı şeyi maden işkolunda Bağımsız Maden-İş, lojistikte DGD-SEN ya da tekstil-konfeksiyon işkolunda BİRTEK-SEN vb. örneklerde de görüyoruz. Sınıfın alabildiğine örgütsüzleştirildiği-güvencesizleştirildiği bu işkollarında bir avuç öncü kadrosuyla yapıp ettikleri üzerinden bu sendikalar, işçi sınıfının gövdesinin gündemi haline gelebiliyor. 

Bu noktada elbette yukarda saydığımız sendikaların muazzam çabaları, yokluk içinde ısrarla örgütlenme iradeleri belirleyicidir. Fakat bu ne kadar belirleyiciyse, bu iradenin sınıf dayanışması örnekleriyle sarılıp sarmalanması da bir o kadar önemlidir. Bu dayanışmanın ürünü olarak ortaya çıkan toplumsal duyarlılığın sermaye üzerinde yarattığı basıncın önemi tartışmasız bir yerde durmaktadır. 

Deneyimlerimizden örnek verecek olursak, İstanbul’da Piazza AVM’de 15 üyemizle bir haftalık geceli gündüzlü süren direnişimizin Rönesans patronlarına geri adım attırmasının temel iki nedeni vardı: Belirleyici olan elbette İnşaat-İş olarak sendika ve üyelerimizin militan duruşuydu. Ama bu, direnişle dayanışmanın kısa sürede kitleselleşip süreklileşmesiyle çözüm gücü kazandı. Direnişi kazanmamızın ardından yaptığımız yazılı açıklamada “Direniş ve Dayanışmayla Kazandık” cümlesi somut gerçekliğin sloganlaştırılmasıydı.

Son olarak bir sömürü üssü haline getirilmeye çalışılan Urfa’da Özak Tekstil işçilerinin patron sendikasından istifa ederek BİRTEK-SEN’e geçmeleri ve sonrasında yaşananlarla karşı karşıyayız.  BİRTEK-SEN, Urfa’ya ilk olarak 2021 yılında  Özak ve Uğur Tekstil işçilerini DİSK Tekstil’de örgütleyerek girdi. Patronlar buna karşı kolektif saldırıya geçip kitlesel kıyıma giriştiler. Fakat asıl darbe DİSK Tekstil genel merkezinden geldi. DİSK Tekstil kendi alışılmış bürokratik yöntemleri dışında bir sendikacılık çizgisi izleyen o dönemin Antep Bölge Sorumlusu Mehmet Türkmen’i “anlayışlarımız uyuşmuyor” diyerek görevden aldı. Bu sömürü havzasında örgütlenme çalışmaları yapan Türkmen ve öncü işçiler de BİRTEK-SEN’i kurarak yollarına devam ettiler.

 

Özak’ta bu sefer BİRTEK-SEN olarak örgütlendi ve işçiler kitlesel olarak patron sendikası Öz İplik-İş’ten istifa ederek BİRTEK-SEN’e geçtiler. Çünkü onun kadrolarını, mücadele çizgisini öncesinden tanıyorlardı ve bu güvenle hızla üye oldular. BİRTEK-SEN’e karşı DİSK Tekstil döneminden daha saldırgan bir tutum devreye girdi. Valisinden jandarmasına, mahkemesinden müftüsüne, patronlar cephesine kadar geniş bir saldırı cephesiyle ezilmek istendiler. Günlerce süren direniş defalarca saldırıya uğradı, işçiler defalarca dövülüp coplanıp gözaltına alındılar. Ama sendikayla kurdukları güven ilişkisi çözülmeden devam etti. Özak direnişinde bundan sonra ne olur bilinmez, ama burada mesele işçilerin güven duyacakları, samimi çabasıyla buluşabilecekleri örgütlenmelerden uzak durmadıkları, tersine onları güçlendirecek bir duruş içine girdikleri gerçeğinin bir kez daha kendisini göstermesidir. 

Yeni bir odak yaratmak

Buradan “Bugün işçi sınıfının güven duyabileceği bir odağı nasıl yaratırız?” sorusuna gelmek istiyoruz. Mevcut koşullarda hiçbirimizin kendi başına bunu yapacak şansı-gücü yok. Kurumsal olarak sınıf mücadelesi tarihine küçük de olsa anlamlı çentikler atıyoruz. Burada da hiçbir sorun yok. Fakat hiçbirimizin sınıf hareketinin bütününü etkileme ve bir çekim odağı haline gelme olanağı en azından yakın gelecek için mümkün görünmüyor. Ama durumun çözümsüz olmadığının da bilincindeyiz.

Sınıfın oldukça hareketli olduğu, miadı dolmuş sendikal örgütlenme biçimlerine mesafelendiği kadar tutarlılığı ve samimiyetiyle görüş alanına giren örgütlenmelere yöneldiği bu koşullarda işçiye güven veren sendikaların güçlerini birleştirecek, bunun yarattığı sinerjiyle önemli bir odak haline gelebilecek birleşik bir mücadele eksenine ihtiyaç vardır. 

Bugüne dek bu konuda küçümsenmeyecek kimi adımlar atıldı. Geçmişte yaşadığımız darlıklarımızı, “benim olsun küçük olsun” bakış açısını tam anlamıyla kıramasak da gerçek anlamda birlikte hareket etmenin, dayanışmanın önemini ve değerini anlamaya ve anlamlandırmaya başladık diye düşünüyoruz. Geçmişte aynı sektörde çalışma yürüten farklı devrimci sendikal kadroların birbirine nasıl “düşman” kesildiğini deneyimlerimizden biliyoruz. O dönemlerde ortak iş yapmayı bırakalım, aynı tersanede yaşanan iş cinayetinde bile birliktelik sağlanmaya çalışılmadan tersane önünde farklı üç ayrı basın açıklaması yapabiliyorduk! Düşünebiliyor musunuz, bu denli fanatik grupçu yaklaşımlarımızdan bugün birbirimizin önlüğünü giydiğimiz çıkarsız ve hesapsız bir ilişkilenmeye ulaştık. 

Kendi pratiğimizden somut bir örnek vereyim: Skyland şantiyesinde yaşadığımız direniş bu açıdan çarpıcı ve acıdır. O şantiyede İnşaat-İş olarak direnişe başladığımız gün Dev Yapı-İş Sendikası’ndan arkadaşlar da direniş başlatmıştı. Aramızda abartısız 50-100 metre mesafe olmasına rağmen birbirimizin yanına bile gitmemiştik. Alın size darlık, alın size sınıfı bölme, alın size “benim grup çıkarlarım” anlayışı! 

Fakat Skyland şantiyesi darlığından bugün tüm farklılığımıza rağmen sınıfın çıkarları doğrultusunda Finans Merkezi şantiyesinde yeşerttiğimiz birlikte iş yapma ve yoldaşlaşma süreci var. Kuşkusuz bu örnekler hem olumsuz hem de gelinen aşamada olumlu anlamda çoğaltılabilir. 

Gelinen aşamada tüm farklılıklarımıza rağmen ortak hareket etmek, sınıfın çıkarlarını dar grup çıkarlarımıza feda etmemek ve dayanışma anlamında arayışlarımız-arayışlar devam ediyor. Fakat bir eşiğe dayanıldığı gerçekliğini de görmemiz gerekiyor: Ya bu eşiği aşayacağız, tüm farklılıklarımıza rağmen küçük dar grup çıkarlarımızı bir kenara koyup sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket ederek birleşik bir direniş-mücadele odağı yaratacağız ya da her birimiz tarihsel alışkanlıklarımız, eskiden kalma cesaretsizliklerimiz ya da başka kimi kaygılarla bu adımı atamayarak kendi küçük alanlarımız, dar grup çıkarlarımızla idare etmeye devam edeceğiz! 

Böylesi bir mücadele odağının yaratacağı sinerjinin etkisini ve gücünü hayal edebiliyoruz ve bu noktada adımlar atmayı kendi adımıza bugün temel görevlerimizden biri olarak değerlendiriyoruz. Böylesi bir emek cephesi yaratmanın zorluklarının ve handikaplarının da farkındayız. Fakat zorluklara pabuç bırakmayıp koşullara teslim olmamak işçi sınıfı devrimciliğinin mayasında yatmaz mı?..