Türkiye işçi sınıfı kritik bir eşikte. Sermayenin üzerinden silindir gibi geçecek yeni bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya. Açlık sınırının bile altında kalan bir ücret düzeyine zincirlenmekle kalmayacak, işsizlik, vergi soygunu ve hayat pahalılığının sıkılaşan boyunduruğu altında büsbütün soluksuz kalacak.
Bu şiddette bir saldırı dalgasını, son bir-iki yıldır çoğalıp yaygınlaşan mevzi direnişlerle önleyip püskürtebilmek mümkün değil. Gidişin az çok farkında olan aklı başında herkesin görüp teslim ettiği bir gerçek bu.
Öte yandan kendilerini hâlâ “emek örgütü” olarak tanımlayan DİSK ve KESK gibi mevcut sendikal yapılar, onlara hâkim olan örgütlenme ve mücadele anlayışıyla anlamlı herhangi bir sonuç ve yol alınamayacağı gerçeği de açık ve ortada. Gelinen noktada onları dönüştürüp harekete geçmeye zorlamak teorik bir olasılık olarak dahi artık mümkün değil. Günümüz Türkiyesi’nde sınıf ve emek hareketinin ilerleyebilmesi bu barikatların da aşılıp yıkılmasına bağlı. Bu gerçeğin de görülmesi de gerekiyor.
Tarihsel bir sorumluluk
Sonuç olarak, emeğin güncel çıkarlarını ve gelecek özlemlerini esas alan devrimci sınıf sendikacılığı çizgisinde yeni bir sendikal odak yaratma zorunluluğu tarihsel bir sorumluluk olarak karşımızda duruyor.
Son birkaç yıldır bu yönde harcanan çabalar, umut veren filizlenmeler var. Farklı sektörlerde faaliyet gösteren ve fiili meşru mücadeleyi esas alan 7 sendikanın bir araya geldiği ‘Mücadeleci Sendikalar’ ortaklaşması bu filizlerin en kapsayıcı ve gelişmeye açık olanı.
Fakat onun gelişimi de sürecin gerektirdiği hızda değil. Niyet var, istek var, en önemlisi dönemin ihtiyacı ve nasıl bir mücadele hattı izlenmesi gerektiği konusunda giderek derinleşen bir yakınlaşma var ama hedeflenen sonuç tam anlamıyla ete-kemiğe bürünmüş değil hâlâ. Yolu kaya gibi tıkayan engellerden çok görünür-görünmez iplikçiklerden oluşan bir yumağa benzetebileceğimiz eşik(ler) aşılamıyor bir türlü. Görünüm, Tolstoy’un o müthiş çelişki tanımını akla getiriyor: “Hiç kimse durumdan hoşnut değil ama herkes aklından memnun”. Bu eşiği bir an önce aşmak zorundayız!..
Pratiğe dayanmayan birlikteliklerin sınıf içinde bir karşılığı olmaz
Bu tür girişimlerde daha önce takılınan eşiği sonu gelmez ‘program tartışmaları’ oluştururdu. Siyasi rakiplerin kullanabileceği boşluklar bırakmama kaygısı ya da herkesten daha fazla devrimci görünme keskinliğiyle hareket edildiği için ya sonuca gidilemez ya asgari programa eşdeğer çarşaf gibi uzun bir talepler yığını ya da sınıfın kitlesi için o kesitte bir anlam ifade etmeyen genel devrimci kalıp ve sloganlarla ortaya çıkılırdı. Fakat bu temelde bir birliktelik sağlanacak olsa bile ömrü uzun sürmezdi. Çünkü pratiğe dayanmayan birlikteliklerin sınıf içinde bir karşılığı olmazdı.
Bugün bu hamlıklar en azından Mücadeleci Sendikalar cephesinde büyük ölçüde aşılmış durumda. Ayaklar yere görece daha sağlam basıyor. Sınıfın geniş kitleleriyle aramızdaki mesafenin büyüklüğü nedeniyle yola çıkarken en başta onların hayatlarına değecek noktalardan işe başlamamız gerektiği yaklaşımında bir ortaklaşma var.
Bu elbette tarihsel hedeflerimizden ve devrimci karakterimizden taviz vermek, onları gizleyip sulandırmak anlamına gelmiyor. Tam tersine, Mücadeleci Sendikalar arasındaki yakınlaşmanın temel etkenini oluşturan burjuvazi ve onun devletinin çizdiği sınırları, koyduğu kural ve yasakları değil sınıfın güncel ve tarihsel çıkarlarını esas alan militan meşru mücadele çizgisinde ısrar bunun altını çiziyor.
Sermayenin saldırılarının azgınlaşacağı koşullarda bu oluşumu kısa sürede sınıfın geniş kesimleri gözünde çekim merkezi haline getirecek gelişme dinamiği de bu zaten.
Eylemsiz teorisiciliğin de mış gibi yapan oyalanma pratiklerinin de anlamlı sonuçlar elde etme olanağı kalmadı günümüzde. İçine girdiğimiz evrede hayatın önümüze koyduğu seçenekler çok net ve sade: Ya bütün gövdemiz ve enerjimizle militan bir sınıf hareketinin örgütlenmesine yükleneceğiz ya da …