Parti ve devrimi inşanın dinamosu: Komünist devrimci kadrolar

Komünizmin özgürlük dünyasının inşası, onu bugünden yaratacak insanlar olmadan düşünülemez. Sınıflı toplum içerisinde bu gelecek tasarımını tahayyül edebilen ve onun ışığını güne düşürebilen insanlar topluluğundan oluşan öncü güç-parti, ancak sınıf savaşımı içerisinde pişip büyüyecektir.
Lenin’in Ne Yapmalı’da altını çizdiği gibi canlı bir organizma olan “Her örgütün (aynı zamanda kadronun – nba) karakteri doğal ve kaçınılmaz olarak eyleminin içeriği ile belirlenir.” Teoride-sözde hangi açılımlar yapılırsa yapılsın, pratikte-eylemde kendisini ortaya koymayan, dünyayı değiştirme iradesinden yoksunlukla karşı karşıya kalır. Dolayısıyla bugün partinin ve devrimin inşası iç içe geçmiş acil pratik bir ihtiyaç olarak kendisini dayatıyor.
Bugün hangi örgütlü devrimci kadroya sorsan, canını dişine takmış, oradan oraya koşturan bütün enerjisini akıttığı bir pratik içerisindedir. Fakat bu pratik işler örgütün, devrimin örgütlenmesinin önünü açan şevk uyandıracak sonuçlar yaratmak yerine çoğunlukla zamanla kişiyi de yoran bir bumeranga dönüyor. Çünkü yapılan özünde hangi iş olursa olsun büyük oranda kendisinin koşturmasıyla sınırlı bir dar pratikçiliktir. O zaman işe bu dar pratikçiliği aşmakla başlamak gerekir. Partinin, devrimin, alanın ihtiyaçları temelinde yapılan her iş, insanların yetenekleri ve yönelimleri doğrultusunda o işin bir parçası haline getirilebildiği örgütçü bir kafayla yapılmalı.
Mevcut koşulların geriye çeken tüm etkilerine, tüm zayıflıklara rağmen komünizmin özgürlük dünyası ideali doğrultusunda örgütçü bir kafayla, dar pratikçiliğin ve nesnelliğin sınırlandırıcı etkilerini aşan çok yönlü kadrolar parti ve devrimin örgütlenmesi ihtiyacına yanıt verebilecektir.
Örgütsüzlük: Dünyayı değiştirme iradesinden yoksunluk
Örgütsüzlüğü baştacı edip parti/örgüt düşmanlığı yapan lâfazanlar, Marksizmi çarpıtıp onu dünyayı değiştirme iradesinden soyutlayarak kendiliğindenciliğe yelken açarlar. Oysa Marx ve Engels’in parti meselesindeki tutumu nettir. Onlar Paris Komünü deneyiminin hemen ardından parti konusundaki görüşlerini şöyle ifade ediyorlar:
“Proletaryanın siyasal bir parti haline gelmesi, toplumsal devrimin ve onun nihai hedefinin, sınıfların kaldırılmasının, zaferinin güvence altına alınması için vazgeçilmezdir.
İşçi sınıfının, iktisadi mücadele ile zaten sağlanmış olan güçbirliği, bu sınıfın elinde, kendisini sömürenlerin siyasal iktidarına karşı mücadelesinde de bir manivela olmalıdır.” (Marx-Engels: Seçme Yapıtlar, Cilt: 2, s: 348, Sol Yayınları, 1977).
Marksizmin devrimci özünü pratikleştirerek ileriye taşıyan Lenin’in ifadesiyle de iktidar savaşında proletaryanın tek silahı örgüttür/partidir. Komünist devrimci kadro, parti ve devrim arasındaki ilişkinin temelini oluşturur. Bu ilişki sadece kağıt üzerinde bir şema değil, aynı zamanda birbirini etkileyen, besleyen ve büyüten dinamik bir ilişkiler sistemidir.
Komünist devrimci kadronun, içinde yer aldığı örgütün temsilcisi olarak hareket edip ve o örgütün özelliklerini yansıtması kaçınılmazdır. Bu nedenle, liberal reformist bir örgüt liberal reformist bir kadro yaratırken, komünist devrimci bir örgüt de komünist devrimci bir kadro yaratır. Daha doğrusu gerçek anlamda örgütlü bir ilişki bu temelde olmak zorundadır. Komünist devrimci kadroların örgütü, komünizmin özgürlük dünyasının kapısını aralayacak sosyalist devrim olgusu ile kopmaz bir ilişkiye sahip olması gerekir.
Bu düz statik bir kalıptan öte içerisinde bulunulan tarihsel dönemin koşullarıyla etkileşim içerisinde şekillenir. Üretici güçlerin gelişme düzeyinden sınıfların değişen yapısına kadar birçok faktör komünist parti/örgüt ile birlikte kadroların yapısı ve özelliklerinde de bir değişimi gerekli/zorunlu kılar. Yalnız bu; “Marksist devrimci diyalektiğe olduğu kadar Leninist devrimcilik ve parti anlayışının ruhuna da uygun bir ‘değişim‘ kavrayışı, sadece koşullardaki değişmelere bağlı olarak gündeme (ve akıllara) gelen, o da sadece kimi politika ve taktiklerin yanı sıra bazı örgütsel mekanizmaların geliştirilmesi ile sınırlı kalmayarak; partinin sınıfla ve kitlelerle ilişkilenişini, çalışma ve örgütlenme tarzını, iç yaşantısını, ilişkiler sistematiğini, kadro yapısını ve değerler sistemini komünist devrimci bir temelde sistematik olarak geliştirip yetkinleştirme yönelimini de içeren bir bütünlükte değişimde süreklilik olarak anlaşılmak ve uygulanmak zorundadır.” (21. Yüzyılın Partisi Yeni Bir Model Önerisi, s:17, Şubat Basım Yayın, Kasım 2012)
Toplumsal değişim, özellikle proletaryanın komünizm tarihsel amacı doğrultusundaki toplumsal devrim mücadelesine öncülük etmeyi hedefleyen komünist bir örgütlenme ve onun kadroları tarafından hiçbir zaman gözden kaçırılmamalıdır. Yaşamın dinamizmi devrimciliğin donmasına izin vermeyen bir değişim dinamiği olarak görülmelidir. Yalnız bu canlılık ve değişim bu kez onun akıntısına kapılarak “moda” haline gelenin peşinden sürüklenmeye de dönüşmemelidir.
Partisiz-örgütsüz bir devrimcilik iddiası anarşizme özgüdür. Marksist-Leninist devrimcilik anlayışı bunu bütünüyle reddeder. Yalnız devrimin ve sosyalizmin inşasında partinin rolünü ve zorunluluğunu benimsemek, partiyi “fetiş” haline getirmeyen, aksine proletaryanın devrim ve sosyalizm mücadelesinin temel araçlarından biri olarak değerlendiren bir yaklaşıma dayanmalıdır. Partinin “devrimci öncülük” misyonunu Leninist temellere dayandırmak, bu misyonu güçlendiren ve sulandırmayan bir içerik ve bütünlük sunmalıdır.
İnsanı salt üretici bir güç olarak değil toplumsal bir varlık olarak görmek gereklidir. Bu, insanlığın ulaştığı tarihsel gelişme düzeyini sadece kapsam ve ufuk genişliği olarak değil, aynı zamanda sınıfsız komünist toplum düzeninin hedeflediği toplum ve birey özellikleriyle birleştiren bir yaklaşımı gerektirir. Yani bu örgütlenmeler ve onun kadroları, sadece geçmişi taklit etmek yerine, kendi tarihsel amaçları doğrultusunda geliştiren bir amaç, içerik ve ruhla hareket etmelidir.
Bu iddia ve yönelim, tarihsel deneyimlerin, özellikle 20. yüzyılın parti ve sosyalizm pratiklerinin eleştirel bir biçimde özümsenmesi üzerine inşa edilmelidir. Bu deneyimlerin ışığında yükseltilmelidir. Bu, içeriğin belirlenmesinde temel bir rol oynar ve değişim süreçlerinin karakterini şekillendirir. Süreklilik içinde kopuş bunun üzerinde yükselir.
Yeni bir proleter devrimci kimlik inşası
TİKB’nin 4. Konferans raporunda ortaya konulan temel iki yönelimden birisi (diğeri program inşasıdır ki bu gerçekleştirilmiştir) “Sınıfımızla kitlesel ölçeklerde buluşabilmek için vargücümüzü harcayacağız. Başka bazı alanların ihmali pahasına da olsa önceliği bu alana vereceğiz. Bu temelde, militan sosyalist sınıf devrimciliği bilincinin, kültürü ve değer yargılarının, yaşam tarzı ve alışkanlıklarının yeniden güçlü bir tarzda edinilmesine dayalı YENİ BİR PROLETER DEVRİMCİ KİMLİK İNŞASINA girişeceğiz!..” net vurgusudur. Bu belli alanlarda ve dar sınırlar içerisinde başarılsa da sınıfın geniş bölükleri içerisinde cılız kalınmıştır.
İşçi sınıfı ve kitleler içerisinde olmadan, onların doğal öncüleriyle ilişkilenip birlikte iş tutmayan bir çalışma yelpazesi yakalanmadan bunu başarmak çok mümkün değil. Komünist devrimci bir kadro bunu yaparken sınıfa ve yığınlara tepeden bakan bir kibirden ve yabancılaşmadan uzak durmalıdır. Doğrunun tekeline sadece kendisinin sahip olduğu yanılsamasıyla hareket etmemelidir. Hepsinden önemlisi de sadece “öğreten” değil sınıftan, kitlelerden ve hayattan “öğrenmeyi” bilen bir öncülük anlayışına, bunun esneklik ve açıklığına sahip olmalıdır.
Bu aynı zamanda tarihsel süreçlere bilinçli müdahale için siyasal taktikler ve devrimci pratikle iç içe geçerek yürütülmek durumundadır. Devrimci pratik, sınıfın ve kitlelerin eylemleri içerisinde eğitilme, esinlendirme ve dönüştürme rolü açısından büyük bir öneme sahiptir. Sınıfın yeniden kendini bulmaya çalıştığı bir dönemde, devrimci pratiği küçümsemek veya önemsememek, devrimci sorumlulukları göz ardı etmek anlamına gelir.
Bundan dolayı sınıfın gücünü ve yeteneklerini hissettiren bir politik ve pratik merkez olarak hareket etme düzlemine sıçramak, yeni bir proleter devrimci kimlik inşasıyla iç içe geçen acil bir ihtiyaçtır.