Çevre/ekoloji sorunu sınıflar üstü bir mesele midir?
Selçuk Ulu
Emperyalist kapitalizmin evrensel düzeyde yarattığı, giderek derinleşen çok boyutlu yıkımın sonucunda çevre ve ekoloji, günümüzün öncelikli meselelerinden biri haline geldi. İklim değişikliği, doğal kaynakların yağmalanıp tüketilmesi, biyoçeşitlilik kaybı ve çevresel kirlilik gibi sorunlar, tüm dünya için ciddi bir tehlike oluşturuyor. Ancak bu sorunlar sadece doğayı tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda tüm canlıların, insanlığın ve onun bir parçası olan işçi sınıfının yaşamlarını, sağlıklarını ve geleceklerini de yakından etkiliyor.
Bu nedenle çevre/ekoloji sorunlarıyla mücadele, bu sorunu büyük bir açgözlülük ve tahakküm ile geri döndürülemez sonuçlar yaratma düzeyine vardırmış sistemden bağımsız sınıflar üstü bir mesele olarak görülüp ele alınamaz. En basit haliyle ifade edecek olursak sermayenin kendisini sınırsızca büyütme ve yeniden üretme isteği, emek ve doğa üzerinde onulmaz sonuçlara yol açmış bulunuyor.
Çevre/ekoloji sorunu dile getirilirken sık sık doğayı koruma ve sürdürülebilirlikle ilgili başlıklar öne çıkıyor. Ancak bu meselenin sadece bir yönüdür. Bu sorunlar, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve politik boyutları olan karmaşık bir ağın parçasıdır. İklim değişikliği örneğin, sadece sera gazı emisyonlarıyla ilgili bir sorun değil, aynı zamanda enerji politikaları, iş gücü ve toplumsal adalet meseleleriyle de yakından ilişkilidir. Fosil yakıt endüstrisi, emperyalist tekeller ve onların siyasi güçleri tarafından yönlendirilirken bu sektörün etkileri eko sistem ile birlikte tüm canlıları bağlar. Dolayısıyla, çevre sorunları sadece doğayı değil, aynı zamanda insanların sosyal ve ekonomik yaşamlarını da şekillendirir.
Türkiye devrimci hareketi, uzun yıllar boyunca kadın sorununda olduğu gibi çevre ve ekoloji mücadelesine de yeterince ilgi göstermemiş ve ciddi kayıtsızlık sergilemiştir. Çevre/ekoloji mücadelesinin emek hareketiyle ilişkisini yeteri kadar göremediği için bu sorunların çözümünü de devrim sonrasına erteleyen bir aymazlık içinde olmuştur.
Çevre/ekoloji sorunu sadece çevre/ekoloji sorunu değildir!
Türkiye’deki çevre/ekoloji hareketinin temel sorunlarından biri, sorunu konu odaklı görmesi ve sistem eksenli bir yaklaşımdan uzak durmasıdır. Sadece çevre ve iklim sorunlarına odaklanan bir yaklaşım, içsel olarak yeni ayrışmalara yol açmaktadır. Örneğin, Batı bölgelerinde doğanın tahribine karşı gösterilen tepkilerin, Kürt illerindeki doğa yıkımı karşısında gösterilmemesi bunun bir yansımasıdır. Parçayla sınırlı bir yaklaşım, sermayenin ve iktidarın kâr amaçlı politikalarının doğaya ve çevreye verdiği zararı engelleme konusunda yetersiz kalmaktadır. Çevre sorunları, kapitalizmin temel özellikleri olan ekonomik büyüme ve kâr hırsı ile çatışır. Bu nedenle, çevre/ekoloji mücadelesi sadece yüzeyde değil, aynı zamanda kapitalizmin temel yapısal sorunlarına da karşı durmalıdır.
İşçi sınıfının mücadelesi ile ekoloji mücadelesi arasında bir çatışma söz konusu olamaz. Akbelen’de olduğu gibi çatışma eğilimini körükleyip emekçileri karşı karşıya getiren kapitalist barbarlık anlayışıdır. Öyleki, bu barbarlık burjuva anlamda bir tarım politikası gütmekten bile yoksun olarak tarım alanlarını maden sahalarıyla yıkıma uğratıp, buradaki köylüleri işçileştirerek emekçiler arasında bir düşmanlaşma gütmektedir. Bunu tersine çevirmek mümkündür fakat bu “adil geçiş/dönüşüm” gibi kavramsal çerçevelerle ifade edilen liberal burjuva yaklaşımlarla mümkün değildir.
Bu yaklaşımlar, ekoloji mücadelesini işçi sınıfının çıkarlarıyla uyumlu hale getirmekten öte kapitalizme karşı savaşımı da zayıflatan bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, işçi sınıfı ve ekoloji hareketinin birlikte çalışarak güçlerini birleştirmesinin ve politik olarak etkin bir şekilde örgütlenmesinin önünü açmak için “emeğin ve doğanın korunması” doğrultusundaki taleplerle antikapitalist bir eksenin inşa edilmesine yoğunlaşılmalıdır.
Sermaye sınır tanımaz
Sermaye birikim süreçleri doğal ve coğrafi sınır tanımaz. Bu, emeğin ve doğanın azgın sömürüsünde hiçbir sınır gözetmemek ile bağlantılıdır. Sermaye, kârlılığı artırmak amacıyla farklı stratejileri kullanır. Emek yoğunluğunu artırarak mutlak artı-değerin büyütülmesi, ücretlerin bastırılıp emeğin teknik verimliliğinin artırılması ile göreli artı-değerin büyütülmesi gibi yöntemler uygular. Ayrıca, bununla da kalmayıp kadın ve çocuk emeği ile daha düşük üretkenliğe sahip ülkelerden gelen göçmen emeğinin kullanılması gibi stratejiler de izler.
Keza emeğin biyolojik, fiziksel, psikolojik ve zihinsel sınırlarının zorlanıp aşılması, gezegenin tüm organizmalarının bağlı olduğu fiziksel, kimyasal ve biyolojik sistemleri de temelden etkileyerek, doğanın ve ekosistemin dengesinin alt üst olmasına yol açar.
Emeğin ve doğanın, sermayenin yeniden üretiminde işgücü ve kaynak olarak temel koşul olması, sermayeyi doğanın talanını ve emek sömürüsünü maksimize etmeye yönlendirir. Sermaye kâr oranlarında düşme eğiliminin önüne geçmek için daha düşük ücretli, iş güvenliği ve işçi sağlığı konusunda hiçbir sınır gözetmeyen, kölelik koşullarını ağırlaştıran bir hareket seyri izler. Örneğin, nadir toprak elementleri kriziyle başa çıkmak amacıyla yeni rezervlerin bulunması için emeğe ve doğaya yönelik yıkıcı etkileri tetikleyen bir rol oynar.
Tarım ve gıda üretiminde, büyük tarım ve gıda sanayi, tarım makineleri, petrokimya ve dijital e-ticaret platformları gibi dev tekellerin katılımı, doğa yıkımını artırdığı gibi emek cephesinde de yeni mücadele biçimlerini zorunlu kıldı.
Hammaddede maliyet artışı, genellikle işçilerin sağlığına zarar veren tasarruf önlemleriyle sonuçlanırken, enerji ve hammadde krizleri işçi ve emekçilerin yaşam alanlarının katli ile aşılmaya çalışılır. Teknolojik açıdan rekabet gücü olmayan bağımlı kapitalist ülkelerde sermaye kaynak yaratmaya yönelirken, aynı zamanda emek ve ekoloji yıkımını artırır. Maden arama, orman tahribatı, enerji üretimi gibi alanlarda bu etki görülür.
Kanal İstanbul projesi, Akbelen gibi sermayenin yeniden üretimi için açılan rant alanlarında ekolojik felaketlerin yanı sıra kölece çalışma koşulları ve işçi sağlığı sorunları katlanarak büyür. Benzer şekilde, enerji ve hammadde krizleri, ucuz emek ve ucuz doğa ile bağımlı kapitalist ülkelerde işçi ve doğa katliamlarını büyütür. Tarımda ise ihracat odaklı üretim, emek ve toprak tahribatını derinleştirir.
Sonuç olarak enerji, hammadde, tarım ve gıda sektörleri, emek ve doğa yıkımının en fazla iç içe geçtiği alanlardır. Bu krizler, daha düşük ücretli, güvencesiz ve sağlıksız iş koşullarına yol açar. Son yıllarda Türkiye, çılgınca bir doğa tahribatı ve yağma ile karşı karşıyadır. Bu doğa tahribatı, insanların vicdanını sarsacak kadar aç gözlü bir kâr hırsına kurban edilmektedir. Dolayısıyla tek bir projeye değil, burjuvazinin doğayı yağmalama ve ucuz iş gücüne dayalı büyüme politikalarına ve kriz içindeki sistemin bütününe karşı çıkılmalı ve bunların bütününü kesen bir talepler ve mücadele ortaklığı yaratılmalıdır.