İstanbul Finans Merkezi şantiyesi deneyimi: Dayanışma, fiili ve meşru mücadele – II

Yunus Özgür
İnşaat patronları tarafından hiçbir kural ve kanunun tanınmadığı Finans Merkezi şantiyesinde iki sendika olarak ilk adımımızı, hiçbir yasal mevzuata uymayan patronlar karşısında, inşaat işçilerinin de yasal hakları olduğunu işçilere anlatmak ve bu hakları adım adım uygulatmak olarak belirledik. Havzadaki çalışmayı kademe kademe ilerletmenin daha doğru olacağını, ilk olarak işçilere yasal haklarına sahip çıkmayı ve ufak ufak da olsa inşaat patronlarına geri adımlar attırarak işçilerde “bizim de yasal haklarımız var, mücadele edince bu haklarımızı alabiliyoruz” sonucunu göstererek güven vermenin önemi üzerinde durduk. Bu noktada, daha sistemli ve yoğunlaşma açısından çalışmanın ilk ayağını kampanya düzleminde yürütmeye karar vererek “Artık Yeter! Gasp Edilen Haklarımızı İstiyoruz!” temel başlığı altında kampanyamızın startını verdik. Kampanya çerçevesinde, işçilere yasal haklarının olduğunu göstermek ve hem de iki sendika olarak görünür olmak için yaygın bildiri dağıtımları, duvar yazılamaları, kuşlamalar, sesli ajitasyonlar ve pankartlarla bölgeye yoğun bir giriş yaptık. Yapılacak tüm çalışmalar takvime bağlanarak aksatılmaması için özel çaba gösterildi. Yunus balığı misali bir görünüp sonra ortalıkta görünmeyerek güven sarsmamak için ajitasyon ve propaganda materyallerinin dağıtımında bu noktaya dikkat edildi. Sürekliliği sağlanmış bu çalışma kısa süre sonra her iki sendikanın havza içerisindeki işçiler tarafından görünür kılınmasını sağladı.
Kuşkusuz bu görünürlük patronlar ve taşeronlarında gözünden kaçmamıştı. Zaman zaman taşeronlarla yaşanan sürtüşmeler kendini hissettirmeye başlayınca, her ihtimale karşı şantiyeye hiçbir temsilcimizin tek başına girmemesine özen göstermeye başladık. Patronlardan ve taşeronlardan gelebilecek olası bir saldırı girişimlerine karşı tedbirler almayı ihmal etmedik.
Tabir-i caizse daha gün ışımadan şantiyede bildiri dağıtmak, yağmur, kar ve soğuğa rağmen bu dağıtımları aksatmadan gerçekleştirmek işçilerde bize karşı hem güven hem de saygı uyandırmaya başlamıştı.
İş kanununda yer alan ve havzada patronlar tarafından uygulanmayan en temel noktaları tespit ederek bildirilerimizi bu içerikte hazırladık. Bildirilerin kısa, öz ve derdini anlatan sadelikte olması işçiler tarafından anlaşılarak geri dönüşlerin hızla artması, planladığımız gidişat anlamında doğru yolda ilerlediğimizin kanıtıydı bizim için.
Gece gündüz dağıtılan bildiriler, köşe bucağa asılan pankartlar, gerçekleştirilen yazılamalarla boş kalmayan şantiye duvarları, sabahın erken saatlerinde gerçekleştirilen sesli ajitasyonlar, akşam kamp ziyaretleri vb. vb. Kısacası tüm şantiyeyi tam anlamıyla markaja almaya çalışıyorduk. İşçi nereye kafasını çevirse bizi görmeliydi. Kuşkusuz tüm bu yapılanlar inşaat işçilerinde bir karşılık buluyordu. Fakat inşaat işçisi söylenene değil son kertede pratiğe bakar, somut görmesi, elle tutması, kısacası iki sendikanın propagandasını yaptığı söylemlerin gerçekliğini görmesi gerekir. Hal böyleyken, Finans Merkezi şantiyesinde ciddi emekler vererek gerçekleştirdiğimiz tüm bu çalışmaların eksik kalan yanını hepimiz biliyorduk. Yani ikinci aşama, somut eylem ve kazanım.
“Mahallenin delisi”: Hatalardan ders çıkarmak
Yazıp çizdiklerimizin, bağıra çağıra anlattıklarımızın gerçekleşebilirliğini kanıtlama noktasındaydık. Sürekli bildiri dağıtmak, anlatmak ve ikna etmek bir noktaya kadar; fakat bu noktadan sonra ikinci adımı atmamak, atamamak, geciktirmek bir süre sonra sizi işçiler gözünde “mahallenin delisi” konumuna düşürür. Kısacası, “he abi he doğru söylüyorsunuz” diyerek ayıp etmemek için elinizden alınan bildirinin köşeyi dönünce buruşturulup atılmasıyla sonuçlanır. Her iki sendika olarak da yıllardır şantiyelerde verdiğimiz mücadele deneyimi sayesinde bu gerçekliğin farkındaydık. Gidersiniz bir şantiyede on binlerce bildiri dağıtırsınız ama o şantiye önünde hakları gasp edilen işçilerle gerçekleştirdiğiniz bir eylem ve kazanım, dağıttığınız on binlerce bildirinin yarattığı etkinin çok ötesinde bir etki ve “oluyormuş” gerçekliğini gösterir işçilere.
Normal koşullarda herhangi bir şantiyede hakları gasp edilen ve sendikamıza başvuran işçilerin sorununu çözmek için ilk olarak yetkili firmaya sorunun çözümüne ilişkin dosya göndeririz. Firma yetkilileri sorunu çözmez ise süreç eyleme evrilir. Fakat Finans Merkezi şantiyesinden hakları gasp edilen 30’a yakın işçinin haklarının gasp edilmesi sonucunda biz bu prosedürü uygulamayıp direk eyleme geçme kararı aldık. Top yuvarlanıp ayağımıza gelmişti, kale boş değildi ama “biz bu golü doksandan çakarız” dedik. Havzada gerçekleştireceğimiz bir eylem ve sonucunda kazanım ile birlikte, her iki sendikanın da işçiler üzerinde yaratacağı etki ve güven gözle görülebilecek kadar açıktı. 30 işçiyle gerçekleştirdiğimiz ilk eylem, daha ilk saatlerinde kazanımla sonuçlandı. Sorunun çözümü için firmanın çağrısı üzerine firma yetkilileriyle sendika temsilcilerimizin gerçekleştirdiği görüşmede, patronun “sorun olduğunda önce bize gelin, konuşup sorunu çözelim, çözmezsek eyleme geçin. Bu kapının önünde eylem yapılmasına izin vermeyeceğim, sorunları çözeceğim. Bugün kapımda eylem yapan işçileri gören diğer işçiler de yarın kapıma gelecek.” diyerek kendince akıllıca bir adım atmıştı. Fakat bir kez eylem gerçekleşmiş ve kazanımla sonuçlanmıştı. Eylem haberi ve kazanımın gerçekleşmesi tahminimizden daha fazla etki yaratmıştı tüm havza işçilerinde. İpler artık bizim elimizdeydi demek erken olurdu ama ipin ucunu görmüştük artık.
İşçiler arasında hızla yayılan eylem ve kazanım. İşçiler için yazıp çizdiklerimiz, söylediklerimiz, anlatmaya çalıştıklarımız ete kemiğe bürünüyordu, dahası söylediklerimiz somuttu artık. Havza patronlarının çağrısı üzerine sorun çözmek için gittiğimiz bir toplantıda, patronun dile getirdikleri sendikalar olarak havzada işçilerde yarattığımız güven ve hak alma bilincinin göstergesiydi bizim için. Patron, “İşçilere söz söylemeye gelmiyor, neredeyse çalışmayıp oturacaklar, bir şey söyleyince de sendikaya giderim diyerek tehdit ediyorlar resmen” diyordu.
Abartmış olmayalım ama işçilerden gelen yüzlerce telefon ve basına dahi yansımadan çözdüğümüz yüzlerce sorun, onlarca eylem, defalarca gözaltı, polis yığınakları ve valiliğin çıkarttığı eylem yasakları, taşeronlardan ölüm tehditleri ve sınıf sendikacılığından taviz vermeden çalışmanın sürekliliğinin sağlanması, sonuç… İşçilerin sendikalara olan güvenleri, hak almanın yol ve yönteminin öğrenilmesi.
İlk bildiri dağıtımı
Finans Merkezi şantiyesinde iki sendika olarak startını verdiğimiz “Artık Yeter! Gasp Edilen Haklarımızı İstiyoruz! “ kampanyamızın ilk bildirisini dağıtmak için şantiye önüne gittiğimizde, bizlere şantiyede bildiri dağıttırmak istemeyen güvenlik ordusuyla birbirimize girmemizin ardından epey yol kat etmiştik. Onlarca direnişin kazanımla sonuçlanması, eylem yapmadan çözülen yüzlerce sorun, gözaltılar ve tüm bu çabanın sonucu olarak her iki sendikanın havzada giderek yayılan meşruluğu. Artık şantiyeye giriş çıkışlarımızın tüm patronlar tarafından kabullenilmesi, yatakhane ve yemekhanelerin sendika temsilcilerimiz tarafından kısmi de olsa denetime açılması, yapılacak kimi düzenlemelerin tarafımıza bildirilmesi vb. vb.
Her iki sendika olarak da, şantiyelerde yıllardır vermiş olduğumuz mücadele sonucu azımsanmayacak düzeyde biriktirdiğimiz deneyimlerimize rağmen, Finans Merkezi şantiyesinde gerçekleştirdiğimiz çalışmada ders çıkartılması gereken iki büyük hatayı burada dile getirmek yerinde olacaktır. Yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı, hatalarımızı ve kaçırdığımız fırsatları tüm çıplaklığı ve samimiyetimizle işçi sınıfı deneyim hanesine katmak önemli bir noktada durmaktadır bizim için. Bu bağlamda, başardıklarımızın örnek olarak gösterilmesi ve bu hattan dersler çıkarmak önemli, fakat başaramadıklarımız, hatalarımız ve kaçırdığımız fırsatlardan dersler çıkartmak ilkinden daha değerli ve önemli.
Kazanımımıza gizlenen hata
Bu bağlamda, Finans Merkezi Şantiye çalışmasında temel ilk hatamız, yaklaşık 500 işçiyi bünyesinde çalıştıran taşeron firma patronunun sendika temsilcileriyle görüşmek istemesiyle başladı.
Kuşkusuz bu ilk değildi, fakat bu defa sürekli sorun yaşanan ve her defasında sorunları masa başında çözüme ulaştırdığımız bir taşeron patronunun bu sorunların bir daha yaşanmaması için görüşmek istemesiydi. Kuşkusuz buraya kadar hiçbir sorun yok. Hatta patronun görüşmek istemesinin temel nedeni, sendikalarımızın bu firma işçileri üzerindeki olumlu etkisiydi. Firma da bu sorunları çözmek için sendikayla görüşme talep ediyordu. Görüşmeye sendikalarımızdan toplam 5 temsilci katıldı. Görüşme oldukça iyi geçti. Firmada çalışan tüm işçi arkadaşların yasal olarak günde 30 dakika dinlenme/çay haklarının tanınması, işten ayrılan işçilere sendikanın hesaplaması baz alınarak tüm haklarının verilmesi, geriye dönük dinlenme haklarının hesaplanarak ücret bazında ödenmesi ve sigortaların aldıkları ücret üzerinden yatırılması taleplerimiz kabul edildi. Aslında fiili bir TİS taslağını kabul ettirmiştik patrona. Fakat yaptığımız hata tam da bu kazanımın içerisinde gizliydi.
Bu kazanımların işçilere açıklanmasının örgütlenmesi noktasında oldukça hatalı davranmıştık. Patron temsilcileri/formenler işçileri toplayacaktı ve biz sendika temsilcileri de açıklamayı yapacaktık. Öyle de oldu. Tüm kazanımlara rağmen, patron temsilcilerinin işçileri toplantıya çağırması ve toplantıda bizlerin bulunması tüm işçilerde bizlere karşı ciddi bir güvensizlik yaratmıştı. Öyle ki, daha sonra işçilerle durumu anlatmak için görüşmelerimizde öncü bir işçi, “patron çağırdı ve toplantıda sizi görünce hayal kırıklığına uğradık, çünkü sizi hep biz çağırıyorduk ve gelip sorunları çözüyordunuz, fakat bu defa patronun yanında yer aldınız ve bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu.” Evet, işçi arkadaş burada çok yerinde ve haklı bir tespitte bulunuyordu. Ve işçinin tespiti bizce de doğruydu. Bu noktada yaptığımız hata, görüşmeye gitmeden önce işçilerle bu durumu paylaşmak ve hiçbir koşulda toplantı sonucunu aktarmak için patron temsilcilerinin çağrısını kullanmamaktı. Kısacası, tabandan, işçiden kopuk alınan her karar (ciddi kazanımları da içerse) işçide size karşı güvensizlik ve şüphe yaratıyor. Bu firmadaki işçilerin güvenini sağlamamız uzun çabalar sonucu yerine oturdu ama yaptığımız hatanın nelere mal olacağını da gösterdi bizlere.
İkinci hatamız ise, Finans Merkezi şantiyesinde işçi koğuşlarında çıkan yangın sonucu bir işçi arkadaşımızı iş cinayetinde kaybetmemiz ve buna dönük şantiyede yürüttüğümüz çalışmada kendini gösterdi. Yangının ardından hızla olay yerine ulaşma, bilgi toplamayla başladık işe. Ardından, bu iş cinayetinin tüm işçiler tarafından duyulması için şantiyede yoğun bir afiş, yazılama, bildiri ve pankart çalışması gerçekleştirdik.
Bu çalışmanın ardından yaratıcı bir yöntem olarak iş cinayetinde yaşamını yitiren işçinin resmini yaka kartı yaparak şantiyedeki işçilere dağıtımını gerçekleştirip çalışırken bu yaka kartlarını takmalarını anlattık. Yüzlerce işçi bu yaka kartlarını takarak şantiyeye girdi. Hiçbir patron ağzını açıp tek kelime söyleyemedi. Bu yaka kokartlarıyla hedeflediğimiz esas nokta, farklı taşeronlarda da çalışsalar tüm şantiyede ortak bir ruh, duygu birliği yaratarak iş cinayetlerine karşı duyarlılığı arttırmaktı. Hemen akabinde şantiye önünde iş cinayetinde yaşamını yitiren işçi arkadaşımız için basın açıklaması örgütleme kararı aldık.
İkinci hatamızı da bize işçiler gösterdi
Basın açıklamasının duyurusunu sosyal medya üzerinden ve şantiyede tanıdığımız üyelerimizi çağırarak gerçekleştirdik. Basın açıklamamıza azımsanmayacak işçi katılımı gerçekleşti. Fakat sonraki gün şantiyede dolaşırken birçok işçi tepki göstererek neden kendilerini çağırmadığımızı, neden işe giriş çıkışlarda sesli çağrılar gerçekleştirmediğimizi dile getirdiler. Yıllardır işçi sınıfı içerisinde örgütcülük yaptığınızda bu anlamda kimi duyularınız gelişir, havayı koklarsınız ve işçilerin neye hazır neye hazır olmadığını anlarsınız, kokladığınız havadaki huzursuzluğu veya itaatkârlığı, cesareti ve korkuyu anlarsınız. Yaşanan iş cinayetine karşı tepkiyi örgütlemek anlamında yoğunlaşan çalışmamız ve uzun süredir havzada yarattığımız güven sayesinde basın açıklamasına çağrımızı daha yaygın bir şekilde bildiriler ve işe giriş çıkışlarda sesli duyurularla yapsaydık on binlerce işçinin açıklamamıza katılması içten bile değildi. Kısacası, gerçekleştirebileceğimiz tarihsel önemdeki bir eylemliliği kendi darlığımız yüzünden dar bir çerçeveye hapsetmiş olduk.
Kuşkusuz Finans Merkezi Şantiyesinde verilen mücadele bir dizi kazanımı beraberinde getirdi. Fakat bütünsel anlamda baktığımızda şantiyenin büyüklüğü, taşeron sisteminin örümcek ağı gibi yaygın olması, işçi sirkülasyonu, sorunların bütünsel anlamda asgariye indirilmesini zorlaştıran faktörler olarak karşımıza çıkıyordu. Havzada kimi büyük firma ve taşeronlarla işçi hakları noktasında bir hat oluştursak da, yukarıda saydığımız nedenlerden kaynaklı sürekli hak gaspları sorunlarıyla karşı karşıya geliyorduk. Bu çerçevede, çalışmayı bir üst noktaya sıçratma gerekliliği kendisini dayatır bir hale gelmişti.
Havzada, bütün patronları masaya oturtacağımız, temel talepler çerçevesinde fiili denebilecek bir TİS imzalama noktasında çalışmayı bir üst noktaya sıçratma kararı vererek harekete geçtik.
[Sürecek]