İlmek Kadın Dayanışması
Toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakıldığında “erkeklik” inşa edilen bir alan olarak karşımıza çıkar. Bu inşa süreci toplumsal ve siyasal açılardan derinlemesine irdelendiğinde kapitalist erkek egemen sistemin de yaldızlı boyaları ipil ipil dökülecektir. Çünkü erkekliğin inşa süreci kapitalist iktidar ilişkilerinin beslendiği kaynakları ve ataerkil sistemin dayandığı zemini gözler önüne sermesi bakımından hayli önemlidir. Zira burjuva devlet geçmişten günümüze toplumu kendi ihtiyaçları doğrultusunda dizayn etmek, inşa ettiği “egemen-erk” konumunu kaybetmemek/sağlamlaştırmak için hakim erkeklik değerleriyle şekillendirdiği toplumsal ve siyasi ilişkileri bize “ideal düzen” olarak sunmaktan geri durmaz.
Topluma “ideal düzen” olarak yutturulmaya çalışılan bu cinsiyetçi kapitalist yapıda erkeğin konumu güce ve iktidar olma durumuna denk gelirken kadının konumu ise ezilme ve sömürüye denk geliyor. Bu ezilme ve sömürüye karşı kadının hak arayışı ve mücadelesi neredeyse tarih kadar eskiye dayanıyor. Sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana kadınlar her türlü eşitsizliğe ve sömürüye karşı erkek egemen sistemin önlerine ördüğü duvarları parçalamak için mücadele ediyor.
Günümüz koşullarında kadınların giderek daha yoğun bir biçimde üretime dahil olmasıyla kadının toplumsal konumunda farklılıklar gözlemleniyor. Kısacası var olan bu koşullar kadın sorununun toplumsal boyutunun dahi keskin bir sınıfsal özden beslendiğini apaçık gözler önüne seriyor. Özcesi kadının konumunun keskin bir sınıfsal içerik kazanması yürütülmesi gereken mücadelenin hatlarını daha net bir biçimde ortaya koyuyor.
Bu noktada kadın sorununu üretim ilişkilerinden bağımsızlaştırmadan ama kendi öz dinamiklerini de yadsımadan ele alarak farklı kesimlerden kadınları mücadeleye dahil etmek gerekiyor. Bunu yaparken de farklı kesimlerden gelen bu kadınların evde, işte, sokakta kısaca hayatın her alanında yaşadığı sorunlarla hemhal olan, kadınların kendi yaşamlarında karşılaştıkları bu sorunların aynı zamanda kadın mücadelesini yaratan sorunlar olduğunun da altını çizen bir mücadele hattı örmek gerekiyor.
Mücadeleyi ilmek ilmek öreceğiz ilkesiyle yola çıkan İlmek Kadın Dayanışması kadın sorununa böyle bir yaklaşımın sonucu olarak ezilen, sömürülen, ev içi emeği yok sayılan emekçi kadın kitleleri arasında yolunu adımlamaya başladı. Daha ilk andan itibaren kadınlığın (annelik, eşlik, öğrencilik vb gibi) türlü halleri karşıladı bizi. Eğitim, kültür, ekonomik durumları fark etmeksizin neredeyse tüm kadınlarda en dikkat çeken unsur kapitalist erkek egemen sistemin zihinlere kodladığı toplumsal cinsiyet rollerini bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde kanıksamış olmalarıydı. Tabi ki kanıksanmış bu tutumu mücadele içinde eritmek en nihayetinde kadınların kendi zihinlerinde yenmesini sağlamak epeyce zaman alacaktı.
Zamandan söz etmişken bu dönüşümün zorluklarını, uzun ve sabırlı bir çalışma gerektirdiğini bilsek de bazılarımız yer yer aceleciliğe sürüklenmekten, hızla sonuca gitme aceleciliğinden alıkoyamadık kendimizi. Çalışmanın yarattığı enerji, heyecan ve sonuçları görme isteğiydi bunu yaratan elbette ki. Ama yol yürüdükçe zaten bildiğimiz bir gerçeği de yeniden öğrenmiş oluyorduk: Mücadele yürütmek ve kitleleri o mücadeleye dahil etmek tipik bir örnek olacak ama iğneyle kuyu kazmaya eşdeğerdi. Hızla sonuca gitme beklentisinin yanıt bulmaması kimimizde enerjiyi düşürdü, heyecanı sönümlendirdi, kimi zaman iç kırılmalara neden oldu. Fakat bunların hepsi sorun çözmeyi öğrendikçe, karşılıklı etkileşim içinde birbirimizden öğrenerek yol yürümeye devam ettikçe aşıldı. Pratik içinde yol alarak öğrendik ki zihinlere kodlanmış en ufak bir yanlışı değiştirmek dahi yıllar alabiliyor. Yıllara yayılan süreçlerde elde ettiğimiz küçüklü büyüklü kazanımlar bize gösterdi ki mücadele ve örgütlenme sabır, ısrar ve hiç duraksamadan bir eylemlilik halinde olmayı gerektiriyordu.
Kadın çalışmasını yürütürken başat ölçütlerimizden biri kolektif bir çalışma örmekti. Ancak ilişkilendiğimiz kadınların birçoğu edilgen olmayı tercih ediyor, kalabalıklar içinde söz söylemekten çekiniyor, kısacası kendini geri çekerek düşüncelerini özgürce ifade etmekten kaçınıyordu. Kolektif bir çalışma yürütmek istiyorsak kadınların bu edilgen hallerini çalışmaların içinde etkin bir biçimde yer almalarını sağlayarak etken bir konuma evriltmek gerekiyordu. Bu da onları yakından tanımakla, eğilimlerini bilmekle alakalı bir durumdu. Tam da bu noktadan yola çıkarak kadınları eğilimlerine göre farklı çalışmalarda konumlandırdık ve gördük ki sonuç hayli iyiydi. Karşımızda heyecandan kızarmış yanaklar yerine gayet özgüvenli bir biçimde gülümseyen yüzler ve kaçırılmayan gözler vardı.
Tüm bu çalışmaları yürütürken en çok kafa yorduğumuz, tartıştığımız konulardan biri de feminizme düşme korkusu idi. Bu aslında iki ayağı olan bir endişeydi. Birincisi kendi kadın çalışmamızı yürütürken feminizme düşmemek. Bir diğeri ise feministlerle ortak çalışmalar yürüttüğümüz alanlarda feminizme savrulmamaktı.
Bunlardan ilki epeyce soruna neden oldu. Zira kolektif olarak çalışma yürüttüğümüz kadınlar arasında feminist duyuşları, söylemleri ağır basan yönelimleri olan kadınların vardı. Üstelik gözlemlediğimiz kadarıyla bu yönelimler kaba feminist slogancılığın ötesine geçmeyen bir çerçeveye sahipti. Özcesi bu kadın arkadaşlarımız feminist literatürü bilen- bilerek hareket eden, feminizmi tam anlamıyla özümsemiş ya da bu konuda söz kurabilen düşünüşte değillerdi. Tabiri caizse kadın olmanın ve bu alanda mücadele etmenin feminist olmayı gerektirdiği dogmasından yola çıkarak hareket eden kadınlardı. Üstelik üsttenci bir dil kullanıyorlar; söyledikleri ve yaptıklarıyla aramızda yol alan, toplumsal cinsiyet rolleriyle daha arasına tam bir mesafe koyamamış kadın arkadaşlarımızın ürkmesine ve “biz neredeyiz” diye düşünmelerine neden oluyorlardı.
Bu noktada çalışma içerisinde kendini feminist olarak tanımlayan kadın arkadaşlarımızdan gelen salvolara karşı sosyalist bakış açımız çerçevesinde tartışmalar yürüterek sonuca ulaşmayı tercih ettik. Bu tartışmalar sırasında bizim sekter davranışlarımızın sert slogancı dilimizin bize ve çalışmamıza zarar verdiğine de apaçık şahit olduk. Kısacası “eğiticilerin eğitilmesi” konusu hayli önemliydi.
İkincisi ise güç ve eylem birliği açısından bir araya geldiğimiz feminist çevrelerdi. Bu ortak mücadele alanlarında ise sözümüzü kurmaktan çekinmedik.
Yine yolumuzu adımlarken karşılaştığımız ve bizi zorlayan tıkanıklıklardan biri ise farklı kesimlerden gelen emekçi kadınların kolektif çalışmaların ve mücadelenin öznesi olma konusundaki çekimserlikleriydi. Bu çekimserliğin ise birçok yönü vardı. Zira yürüttüğümüz kadın çalışmasının homojen bir yapıya sahip olması beklenemezdi. Çok farklı duyuşlara, düşünüşlere, dogmalara sahip olan kadınlarla ortak bir çalışmayı örmeye çabalıyorduk.
Bu çalışmalarımız sırasında en göze çarpan unsurlar Alevi ve ezilen kesimlerden gelen kadınların kapitalist erkek egemen sistemin gerici ideolojilerinin etkisinde kalmaları yine sistemin zihinlerimize kodladığı milliyetçi nüveler nedeniyle Kürt hareketine bakışlarının onları çalışmadan geri durmaya sevk etmesi ve tabi birde kadınların günlük yaşam rutinleri (çalışma hayatı, ev içi emek vb) nedeniyle onlarla belirgin sıklıkta ilişki kuramamaktı. Bu sorunlar zaman içinde aşılacak- eritilecek konulardı. Bir araya gelişlerimizdeki sohbetler ise en büyük yardımcımızdı ve bizde bu sohbetler vasıtasıyla birbirimizi anlama ve birbirimize anlatma yolunu izledik. Sorunun dil, din, ırk sorunu olmadığını sistemin varlığını sürdürmek için hepimizi yoksullaştırdığını, sömürdüğünü, ezdiğini hatta bazılarımızı kat kat daha fazla ezdiğini konuştuk. Evet hepimiz farklı üzümlerdik ama ezildiğimizde hepimiz aynı şişeye dolduruluyorduk. Sonra bir baktık ki Kürtçe, Ermenice şarkılar söylüyoruz. Birlikte soykırımı konuşuyoruz.
Son söz olarak; İlmek Kadın Dayanışması kadınlarla birlikte yol alarak değişti, dönüştü. Birlikte yol aldığı kadınların değişip dönüşmesinde bir yol arkadaşı oldu. Sanatın, müziğin, edebiyatın farklı kesimleri bir araya getiren, farkındalık yaratan devrimci gücüyle üretti. Sorguladı, kendi içinde bazen çatıştı bazen uzlaştı. Kapitalizmin ve erkek egemenliğinin bütün gerici saldırılarına karşı mücadeleyi hedefine koyarak yol aldı. Toplumun, sistemin ezdiği, sömürdüğü, ayrıştırdığı, ötekileştirdiği tüm kesimleriyle yan yana durdu.
Alanlarda “İstanbul Sözleşmesi’nden ve Kazanılmış Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz!” “Eşit İşe Eşit Ücret” diyen havaya kaldırılmış sıkılı bir yumruk, kapitalizmin rantçı zihniyeti sonucu yıkılan bir kentin sokaklarını “Yalnız Değilsiniz” diyerek adımlayan bir dost oldu. Toplumun farklı kesimlerinden gelen kadınlarla yol yürümeyi deneyimledi/ deneyimliyor.