Güleryüzlü Faşizm

46

D. Emrah Zıraman

Bay Keuner dedi ki: “Bir kez ben de Aristokrat gibi… durdum. Çünkü yükselen bir bataklığın içindeydim. Gırtlağıma dek battığımda böyle durdumdu.” (Bertolt Brecht, Bay Keuner’in Öyküleri)

Ön Not: “Bir kavram önerisi: güler yüzlü faşizm* 2022’de sendika.org’ta yayınlanan yazının başlığıydı. Yazı, Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) 50. yılı vesilesiyle İzmir’de düzenlenen konferans için yeniden ele alındı. Okuyacağınız yazı ÇHD konferansında yapılan sunuma yapılan birkaç ekleme ile son halini aldı. 

“Bir kavram önerisi: Güleryüzlü faşizm” yazının esas fikri faşizme dair teorik çalışmaların yol açtığı yanılsamalara ironik bir biçimde işaret etmekti. Yazıda faşizme dair entelektüel faaliyetinin önemine, bir yandan da entelektüellerin konuyu zaman zaman sulandırma noktasına getirdiklerine dikkat çekmekti. 

Yazının özü, faşizme dair entelektüel faaliyetlere dairdi. Faşizm tanımlanırken aslında ilk anda mantıklı gibi gelen her kavram her kelime her fikir faşizm tanımı için kullanılabiliyor hale geldi. Diğer yandan faşizm tanımı yapmaya çalışırken bir “fark” yaratma adına faşizme dair eski tanımlar sırf eski oldukları için dahi Ortodoks ilan edilerek, bahsinin geçirilmesi dahi zinhar günah olarak ilan edilip “yeni” faşizmler icat ediliyor. Diğer taraftan da bir olguya faşizm dememek için elden gelen yapılıyor. Böyle durumlarda faşizm oluyor kâh popülist sağ kâh otoriteryenlik kâh totaliterlik. 

Bu noktada biraz durup faşizme karşı mücadelede ya da tutum almada entelektüelin rolü/sorumluluğunun neleri kapsaması gerektiğine bakmak faşizm tanımı/tartışması yapmak kadar önemli bir hal alıyor. Özetle, eleştiricilerin eleştirilmesi gerekiyor. 

Kavramdan nesneye yönteme dair

Öncelikle entelektüeli tarif etmek gerekir. Entelektüel derken dar anlamda esas işinin düşünme, fikir üretme olan kişileri kastediyorum. “Ancak entelektüelin temel uğraşısının düşünce, fikir üretimi olması onu (entelektüeli) siyaset ve sınıflar üstü bir konuma getirmez. Tam tersine materyalist tarih anlayışına göre entelektüelin kendisi de sınıflı toplumun bir parçası olarak belirli bir sınıfın bilinçli sözcüsü/temsilcisidir de aynı zamanda. Bu bağlamda entelektüellerin her faşizm tanımı ve çözümlemesi aynı zamanda bir sınıf yaklaşımının (ya da sınıfsal bir yaklaşımın) ifadesidir

“Bir Kavram önerisi: Güleryüzlü faşizm” yazısında, “rivayet odur ki kavram nesnesini ararmış” diye bir cümle vardır. Bu cümle esasında Engels’in ifadesiyle modern felsefenin kadim tartışması olan varlık-bilinç ilişkisine, felsefi kavramla “idealist materyalizm”e göndermeydi. Kavramın nesnesini aradığını söylemek Marksist metaforla Hegel’in başaşağı durmasından başka bir şey değildir. Kavramlar elbette önemlidir. Zaten Marksizmin vurgusu, kavramların işe yaraması ile ilgili bir tartışma değildir. Tersine kavrama kendisinden bağımsızlık atfetmenin sorunlu olduğunu, bunun idealizm olduğun söyler. 

Bu durumda nesnenin kendisine bakmak elimizdeki kavramın her şeyden önce daha güçlü tarif edilmesini, yeri gelirse kavramın terk edilip nesneye uygun yeni bir kavram oluşturulmasını veya tersine kavramı oluşturan nesnelerin değişip değişmediğini, değiştiyse nasıl değiştiğinin anlaşılmasına olanak sağlar. Ancak bunu yaparken daha öne yapılmış faşizm tanımlarını “eski-yıpranmış-indirgemeci” vb. vb. bularak küçümseyip dudak bükerken orijinalite merakıyla konuyu büsbütün bulanıklaştırıp kavram icadını saçmalık ölçüsüne vardırmaktan da kaçınmak gerek. Bu nedenle bir entelektüel faşizmi ele alırken eldeki deli gömleğine bir deli aramayı değil deliyi ölçüp biçerek ona uygun gömleği dikmeyi merkeze almalıdır. 

Materyalist yöntemin esaslarından biri de her şeyin birbiriyle ilişkili olduğudur. Sade ve basit gözüken bu formülasyon esas olarak uygulamada çetrefilli hale gelir. Hele ki kavram nesne ilişkisinde nesne değil kavram esas alındığında “her şeyin birbiriyle ilişkili olması” materyalist formülasyonu birdenbire “her şeyin birbiriyle ilişkilendirilmesine” dönüverir. Hâl böyle olunca faşizmi tarif etmeye çalışırken faşizmle ilişkili gerçeklikleri iç tutarlılığa sahip bir bütünlük haline getirerek yorumlama/çözümleme yerine faşizmle ilişkilendirilebilecek her şey sağına soluna bakmadan faşizm torbasına tıkıştırılmaya çalışılır. Bu durumda da -teorik ifadesiyle- faşizme dair zorunlu nedensellik ilişkisi kurmak yerine bağımlı/bağımsız değişkenlerle korelasyon içeren en uzak ya da zayıf ve hatta açıkça yanlış ilişkilendirmeler faşizmin olmazsa olmazı, zorunlu bağları, ilişkileri gibi ele alınır. 

Materyalizmin temellerinden bahsettikten sonra haliyle okuyucu “güleryüzlü faşizm” tanımının neye denk geldiğini merak edecektir. Gerçekliğe bakarak kavramı bulmak yerine kavram bularak gerçeklik tarif edilmeye çalışılırsa bu türden boş kümeler elde edilerek havanda su dövülür. Hal böyle olunca örneğin faşizm içerisinde serbest denebilecek seçimlerin olmasına; bir şekilde bir parlamento ile güçler ayrılığı olduğunun sanılmasına bakılarak faşizme faşizm dememek için bin takla atılır. Bu durunda faşizmin demokrasisine bakıp, esasında bir boş küme olan “güleryüzlü faşizm” diye bir kavram üretmenin önünde de hiçbir engel kalmaz. 

Pratik en basit ilişki 

Engels’in Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” için kaleme aldığı “Karl Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisi”nden materyalist yöntemin özünü gösterdiği pasajı döne döne okumak gerekir: 

Tarih çok kere sıçramalarla ve zigzaglarla ilerleme kaydeder ve -onu her-yerde izlemek gerekir ki, bu da, yalnızca pek önemli olmayan birçok malzemenin ele alınmasını zorunlu kılmakla kalmaz, aynı zamanda, düşünce zincirinin de sık sık kesintiye uğratılmasını gerektirir; üstelik burjuva toplumun tarihini yazmadan ekonominin tarihini yazmak mümkün değildir ve bu durumda çalışmanın sonu gelmez, çünkü bu konuda daha önce yazılmış yapıtlar yoktur. Demek ki ekonominin eleştirisini incelemede biricik elverişli tarz mantıki tarzdır. Ama bu tarz, gerçekte yalnızca tarihsel biçimden ve tersi rastlantılardan arındırılmış tarihsel tarzdan başka bir şey değildir. Fikirler zinciri, söz konusu tarihin başladığı şeyle başlamalıdır, ve bunun sonraki gelişmesi, tarihsel seyrin soyut ve teorik bakımından tutarlı bir biçimde yansımasından başka bir şey olmayacaktır; bu, düzeltilmiş bir yansıma olacaktır… Bu yöntemle hareket noktamız ilk ilişkidir ve bizim için tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişkidir… (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, 1979, 34) 

Engels’in materyalist yöntemin malzemeye dair bilgi sınırsızlığına karşı tarif ettiği “hareket noktamız ilk ilişkidir ve bizim için tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişkidir” tezi, aslında yöntemsel olarak tarihin akışında yok olmuş, değişmiş veya ortaya çıkmış ancak malzemesi henüz yeterli olmayan bir olgunun anlaşılması için de başlangıç noktasını gösterir. 

Konumuz bağlamında bugün biliyoruz ki faşizme dair eskinin tanımları yeterli değil, “yeni” diye çıkan faşizm tanımları da “yeni”yi tarif etmede yeterli değil. Bu durumda bir entelektüel faşizme dair bir tanıma ulaşamamış olsa bile faşizm olgusunu, nesnesini ele alırken “tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişki”sini gözetmek zorundadır. 

Örneğin faşizme dair pratik bakımdan mevut olan en basit ilişki olarak Horkheimer’dan hareketle Togliatti’nin yetkinleştirdiği “emperyalizmden söz etmeyen birisinin faşizmden de söz etmemesi” gibi faşizm emperyalizm arasındaki pratik ilişkiyi gözden kaçırmamak gerekir. Ya da faşizmin bukalemun gibi değişkenliği içinde değişmeyenleri olarak onun gerici, ırkçı, kendisi dışındaki herkese ve her şeye tahammülsüzlüğü, zorbalıkta sınır tanımayan keyfiliklerinin pratikte kendisini nasıl var ettiğine bakmak, onu analiz etmek bile bir entelektüelin faşizme dair çalışmalarında kayda değer katkılara yol açacaktır. 

Faşizmin ekonomik temellerini buharlaştırmak ise yapılacak en büyük hatadır. Bir entelektüel özel olarak ekonomi ve faşizm arasındaki ilişkiyi çok iyi bir biçimde ve tüm detaylarıyla bilmek zorunda değildir elbette. Ancak bir entelektüel faşizmin emperyalist kapitalizmin kriz dönemlerinde krizi aşma yönelimi olduğunu bilmek, buna işaret etmek zorundadır. Aksi halde faşizmi sadece politik veya kültürel görünümleri üzerinden ele almak gibi dar bir hatta kalmayı getirir. Bu da hem faşizmin anlaşılmasında hem de faşizme karşı mücadelede eninde sonunda geriye doğru bir kırılmanın da önünü açar. 

Pratik ilişkiyi sadece kavramsal olarak ele almak her zaman eksik olur. Bizatihi pratiğin kendisinin gösterdiğine bakmak gerekir. Görece yumuşak bir örnekle başlayalım. Yeniden ABD başkanı olan Trump’un kabinede Elon Musk gibi ürettiği elektrikli araçlara hammadde sağlayan madenler için Bolivya’da askeri darbeyi açıkça destekleyen gözünü kâr hırsı bürümüş bir patronu yüksek bir bürokrat olarak atamak istemesi, Eğitim Bakanı olarak güreş organizasyonu kurucusu milyarder Linda McMahon’u düşünmesi, gelen tepkiler üzerine önerisini geri çektiği Adalet Bakanı adayı Matt Gaetz’in cinsel saldırı ile suçlanmış olması ABD’de “liberal demokrasi versus totaliterlik/otokrasi tartışması için bile ağır ve tehlikeli örnekler değil mi ? 

Türkiye’nin son 25 yıllık tarihine baktığımızda faşizm pratiğinin bir ucu 19 Aralık cezaevi katliamlarına, diğer ucu Roboski’den Ankara Gar Katliamı’na kadar uzanırken Türkiye’yi hâlâ liberyan otoriterlik sınırları için tarif etmeyi mümkün kılabilir mi? Peki sadece 2024 Kasım ayı içinde 2023 yerel seçimlerinde ezici bir çoğunlukla kazanılmış Mardin’den Urfa Halfeti’ye, İstanbul Esenyurt’tan Van Bahçesaray belediyelerine kayyum atanması liberyan otoriterlik olarak tanımlanabilir mi ? 

Kolektif ve militan mücadele

Tüm tarihi insanlığı kapsayacak geniş bir niceliğe dair cümle kurma ile bu cümleyi kuranın entelektüel tekilliği ilginç bir ikilik içerir. Entelektüel faaliyetinin kendisinden kaynaklı tekil iş üretebilme ile entelektüellerin kolektiflik içeren meseleleri “kişisel” olarak işleme, hatta konumuz bağlamında tartışmanın entelektüeller arası bir mesele olarak ele alınması ise başka bir düzlemdir. 

Dolayısıyla, bize, faşizme dair cümle kurarken onun sınıf karakteri ve hedefleri yanında faşizme karşı mücadelenin öznelerini ve onların duruşlarını gözeterek hareket etmek düşer.

Faşizme dair entelektüel faaliyet aynı zamanda faşizme karşı bir konumu -daha yerinde bir ifadeyle-, faşizme karşı mücadeleyi kesinlikle içinde barındırmalıdır. Karşısında durulmayı içermeyen bir faşizm analizi, yine Togliatti’ye referansla “faşizme karşı savaşımın akademik bir idmana” dönüşmesine yol açar. 

“Akademik idmandan” kaçınmanın yollarının başına, egemen sınıf faşizmin tarifini nasıl burjuvazi üzerinden yapılıyorsa faşizme karşı kolektif militan mücadelenin başına işçi sınıfı ve emekçi kitleleri koymak gelir. Bu bağlamda faşizme karşı mücadelede bir entelektüelin seslendiği kitle işçi sınıf partisinden sendikasına, faşizmin hedef tahtasında olanların yer aldığı derneklerden öğrenci kulüplerine kadar faşizmle mücadele yeteneğine, kapasitesine sahip kitlelerin militanlığı olmalıdır. 

Bu noktada hem Türkiye’nin hem de dünyanın ciddi bir anti-faşist entelektüel birikim ve geleneğine bakmak, onların pratiklerini gözetmek gerekir. Bu bağlamda ilk anda akla, üniversitede verdiği derslerinden dolayı faşistlerce katledilen Cavit Orhan Tütengil, devrimci akademik çalışmalarından dolayı faşistlerce vurulup felç edilen Server Tanilli, devletin Kürt illerindeki katliamlara karşı ortak bildiri yazan Barış Akademisyenleri, Fransa’nın Nazilerce işgali sırasında geceleri işçilere, anti-faşistlere ders veren Georges Politzer gelir. 

Bu bağlamda faşizme dair entelektüel faaliyetten faşizmin tanımından ona karşı mücadele araçlarına kadar militan bir faaliyeti anlaşılmalıdır. Bu illa entelektüelin taşı eline alıp sokağa fırlaması anlamına gelmez, ancak eleştiri silahının militanlığının gözetildiği kadar silahlı eleştirinin militanlığının da gözetilmesini içerir. 

Özetle “Robert Servise’un Lenin için dile getirdiği “Ne kadar kaba olursa olsun, devrim yapmak bilge ama gerçekleşmeyen bir teori kurmaktan daha iyiydi” cümlesini uyarlayacak olursak; “faşizme dair karmaşık analizler yapmak, havada duran kavramlar üretmek yerine faşizme karşı bir yumruk atmanın basit analizini yapmak her zaman yeğdir” denebilmelidir.  

Ve Sanat 

Adorno her ne kadar Auschwitzden sonra şiir yazmak barbarlıktır” demiş olsa da faşizm insanlığı istemese de “şiir yazma” barbarlığına mecbur kıldı. Kriz dönemlerinde dünyayı anlamada aklın zorlandığı yerde duygunun gücüne güvenmek yerinde olacaktır. Teorinin sıkıştığı yerde her iki ayağı da her zaman pratik içinde olan sanat daima insanlığın imdadına koşar. Hele faşizm dönemlerinde… 

Bertolt Brecth’ten Viktor Jara’ya, Nazım Hikmet’ten Ruhi Su’ya ortak kesenimiz faşizm değil mi bir yandan da? Guernica tablosu için “bunu siz mi yaptınız” diye soran  Nazi subayına “Hayır, siz yaptınız” diyen Pablo Picasso ile 30 yıl zindanda tutulan şair İlhan Sami Çomak arasındaki bağın faşizm olduğunu görmemek mümkün mü? 

Faşizme karşı mücadelede sanatın sınıfsal yanını gözardı etmemek gerekir. 21. yüzyılda ağırlıklı olarak küçük burjuvazinin üretiminde olan sanat, haliyle bu sınıfın karakterine göre şekil almaktadır. Sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde sanatı ile öne atılan küçük burjuvazi, gerileme ya da baskı dönemlerinde de hızla geri çekilir. Geri çekiliş, baskı dönemlerinde küçük burjuvazi hiçbir şey yapmayarak dahi burjuvaziye hizmet eder. Günümüz Türkiye’sinin son birkaç yıllık haline bakıldığında bile etliye sütlüye karışmayan, burjuvazinin galerilerinde boy göstermek için didinen bir sanat baskın haldedir. Sınıf mücadelesi keskinleştikçe bu hal illa ki hemen tersine dönmese bile yerinden oynayacaktır. Faşizme karşı mücadelede sanatın gücünü ortaya çıkarmak için faşizmle derdi olan sanatçıları teşvik etmek, onlarla kol kola olmak elzemdir.

 

Bu noktada yazının son sözünü yaklaşık 2500 yıl önce Prometheus’ın ağzından entelektüel sorumluluğuna da işaret eden Aiskylos’a bırakalım: 

Hepsini biliyorum başıma geleceklerin,

Payıma düşeni gönül ferahlığıyla taşımalıyım, 

Kaderin önünde durulmaz, bilmeliyim bunu. 

Ama susmak da olmuyor, söylemek de

Bu benim başıma gelenleri. 

Evet ben, kara bahtlı ben başımı bu dertlere soktum

İnsanlara iyilik edeyim derken. 

Bir gün rezene sapı içinde

Çaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu. 

Bu tohum bütün sanatların anahtarı oldu, 

Bütün yolları açtı insanlara. 

Suçum bu işte benim tanrılara karşı, 

Bu yüzden zincire vuruldum bu gökler altında. (Zincire vurulmuş Prometheus) 

*Bir kavram önerisi: Güler Yüzlü Faşizm, https://sendika.org/2022/11/bir-kavram-onerisi-guler-yuzlu-fasizm-671579