Emperyalist Rekabetin Teknolojik Boyutu

Selçuk Ulu
Yapay zekanın (YZ), 21. yüzyılın ilk çeyreğinin en kritik teknolojilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu teknolojik atılım, emperyalist güç dengelerinin yeniden şekillenmesinde ciddi düzeyde etkide bulunma potansiyeline sahip. Her şeyden önce ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel alanlarda önemli değişimler yaratmaya aday. Bu bağlamda emperyalist kutupların başlarını tutan ABD ile Çin arasındaki YZ rekabeti, yalnızca iki güç arasındaki bir bilek güreşi değil uluslararası güç dengelerinin yeniden şekillenmesinde bir kapışma alanı olarak öne çıkıyor.
Vizyon 100 Platformu’nun 6. Dijital CEO ve Liderler Zirvesi Sonuç Raporu’na göre küresel yapay zeka pazarının 2024 yılını 136,6 milyar dolarlık bir değerle kapatması bekleniyor. Bu pazarın 2025’te 500 milyar doları aşması ve 2030 yılına kadar yıllık yaklaşık yüzde 40’lık birleşik büyüme oranıyla 1,81 trilyon dolarlık bir hacme ulaşması öngörülüyor.
Yapay zeka sadece pazar büyüklüğüyle değil aynı zamanda küresel ekonomiye sağlayacağı toplam 15,7 trilyon dolarlık katkıyla da dikkat çekiyor. Bu katkının 6,6 trilyon doları iş gücü verimliliği (artık-değer) artışlarından, 9,1 trilyon doları ise tüketici talebindeki büyümeden kaynaklanacak.
Sağlık, finans, sanayi-üretim, perakende, ulaşım ve tarım gibi sektörler yapay zekanın verimlilik artırıcı ve süreç dönüştürücü etkisinden en çok yararlanacak alanlar olarak öne çıkıyor. Ayrıca, telekomünikasyon sektöründeki yapay zeka kullanımının 2024 yılı sonunda 2,7 milyar dolarlık bir değere ulaşması bekleniyor.
Küresel ölçekte, yapay zeka uygulama oranlarının en yüksek olduğu ülkeler arasında Hindistan (%59), Birleşik Arap Emirlikleri (%58), Singapur (%53) ve Çin (%50) yer alıyor. Çin ve Hindistan aynı zamanda %40’lık kullanım oranlarıyla bu alanda öncü konumda bulunuyor. Bu ülkeleri Güney Kore (%25), ABD (%22), Avustralya (%29), İspanya (%28) ve Fransa (%26) takip ediyor. Yapay zekanın ürün geliştirme, risk yönetimi ve tedarik zinciri gibi alanlardaki etkinliği, telekomünikasyon sektöründe 2024 sonu itibariyle 2,7 milyar dolarlık bir pazar değeri yaratma potansiyelini ortaya koyuyor. Bu teknolojinin ekonomik etkisi sadece tekelci vampirlerin performansını artırmakla kalmıyor, aynı zamanda üretim süreçlerini yeniden yapılandırmanın önünü açıyor.
Bu potansiyel tekelci vampirlerin YZ alanında baskın olma iştahını kabartıyor. McKinsey’in araştırmasına göre YZ’nin 63 farklı kullanım alanında yıllık 2,6 ila 4,4 trilyon dolarlık ekonomik katkı (siz bunu ‘emek sürecinin yoğunlaşmış toplumsal ürünü’ diye okuyun) sağlayabileceği belirtilmektedir. Bundandır ki toplumsal emeğin üretkenliğindeki artışla büyüyen artık-değer üretimi YZ’yi tekelci kapitalizmin sömürü mekanizmalarını genişletip, derinleştirmesinin etkili bir aracı haline getirmektedir.
Marx’ın en basit haliyle belirttiği gibi teknoloji sermayenin artık-değer üretimini artırmasının bir aracıdır. YZ bu süreci daha da yoğunlaştırıp hızlandırmaktadır. Üretim süreçlerinin otomasyonu işçi emeğinin üretim sürecindeki rolünü etkilerken artık-değer oranlarını artırmaktadır. Bu süreç aynı zamanda işçi sınıfını daha büyük bir yedek işsizler ordusuna dönüştürmektedir. Teknolojik yenilikler üretimi yoğunlaştırıp sermayenin kâr oranlarını artırırken emeğin sömürüsünü derinleştirir. YZ’nin üretim süreçlerinde artan kullanımı, bu dinamikleri daha da belirgin hale getirmektedir.
ABD’de YZ teknolojilerine yapılan yatırımlarla Google, Microsoft ve Amazon gibi tekeller kâr oranlarını katlarken aynı zamanda iş güvencesizliği ve düşük ücretli işler yaratarak emekçilerin yaşam koşullarını zindana çevirmektedir.
YZ’nin Askeri ve Jeopolitik Kullanımları
YZ’nin askeri stratejiler üzerindeki etkisi, emperyalist güçler arasındaki rekabeti keskinleştiren bir diğer boyuttur. Otonom silah sistemleri, istihbarat analizi ve siber savunma gibi alanlarda YZ’nin kullanımı modern savaşların dinamiklerini kökten değiştirmektedir. Ukrayna savaşı, Gazze ve Lübnan’daki soykırım, Kürt özgürlük mücadelesine dönük katliamlar ve en son Esad’ın düşürülmesi bu teknolojilerin savaş stratejilerinde nasıl dönüştürücü rol oynayabileceğini gözler önüne serdi. Özellikle ABD’nin geliştirdiği YZ destekli dronlar ve otonom silah sistemleri, askeri operasyonlarda hız ve etkinlik sağlayarak üstünlük kurma açısından kritik bir öneme sahip. İsrail’in bölgede giderek azgınlaşıp artan artan saldırganlığı bu silahların kullanımıyla doğru orantılı şekilleniyor.
Lenin’in kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tanımladığı emperyalizm teorisinde altını çizdiği gibi bu aşamada büyük güçler yalnızca ekonomik değil aynı zamanda askeri üstünlük için de mücadele ederler. YZ teknolojileri bu mücadelenin yeni bir aracı haline gelmiştir. ABD ve Çin, askeri YZ uygulamaları geliştirmek için milyarlarca dolarlık yatırımlar yaparken bu teknolojilerin stratejik önemini sürekli olarak vurgulamaktadırlar.
Çin-ABD Rekabeti
ABD, YZ teknolojilerinde etkinliğini sürdürmek için özel sektör inovasyonuna dayalı bir stratejiyle hareket ediyor. Google, Nvidia ve OpenAI gibi tekeller, ABD’nin küresel YZ sistemindeki hâkimiyetini pekiştirmektedir. Öte yandan Çin, devlet destekli programlarla YZ alanında hızlı bir yükseliş göstermektedir. “Yeni Nesil Yapay Zeka Geliştirme Planı” çerçevesinde 2030 yılına kadar YZ’de global lider olmayı hedefleyen Çin, sağlık hizmetleri, ulaşım ve akıllı şehirler gibi sektörlerde YZ uygulamalarını yaygınlaştırmaktadır.
Bu bağlamda ABD ve Çin arasındaki rekabet yalnızca ekonomik bir mücadele değil aynı zamanda jeopolitik bir çatışmadır. ABD’nin YZ’ye yönelik ihracat kısıtlamaları ve Çin’in yerli yarı iletken üretimini artırma çabaları bu çatışmanın ekonomik ve teknolojik boyutlarını yansıtmaktadır. Çin’in YZ Artı programı ve ABD’nin Ulusal Yapay Zeka Girişimi iki emperyalist gücün bu alandaki rekabetini daha da derinleştirmektedir.
Trump’ın Dönüşü: ABD Teknoloji Politikalarında Yeni Bir Dönem
2024 seçimlerinin ardından Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturması, ABD’nin teknoloji politikalarında belli değişikliklere yol açacağa benziyor. İlk başkanlık döneminde büyük teknoloji tekelleriyle gerilimli bir ilişki sürdüren Trump, bu kez Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi isimlerin desteğiyle daha güçlü bir al gülüm ver gülüm ilişkisi sinyali vermektedir. Musk’ın sahip olduğu X* (eski adıyla Twitter) Trump’ın seçim kampanyasında kritik bir rol oynarken, Zuckerberg’in Meta üzerindeki etkisi de bu ilişkiyi derinleştirecektir.
Biden yönetiminin YZ güvenliği ve etik standartlar adı altında getirdiği göstermelik düzenlemelerin dahi Trump tarafından geri alınması sürpriz olmayacak. Bu YZ teknolojilerinin gelişimini hızlandırırken dizginsiz bir kaotik düzlem şekillendirecek. Trump, kendisi gibi bir şarlatan olan Elon Musk’ın federal teknoloji projelerinde daha aktif bir rol üstlenmesinin önünü açacaktır.
Musk’ın Trump’a verdiği açık destek yeni nesil teknoloji dünyasında yeni bir dönem başlattı. Musk, X platformunu kullanarak Trump’ın politik söylemini güçlendirdi ve kampanyasına yaklaşık 118 milyon dolar katkı sağladı. Benzer şekilde Zuckerberg, Bezos, Sam Altman, Pichai ve Cook gibi diğer teknoloji tekeli temsilcileri de Trump yönetimiyle ilişkilerini yeniden yapılandırma arayışına girdiler.
Trump yönetimi sosyal medya platformlarına yönelik regülasyonları** gevşetmeyi hedeflerken, bu tutum özellikle içerik moderasyonu ve platformların kullanıcıların ifade özgürlüğüne müdahale ettiği algısı etrafında şekilleniyor. Bu gevşeme politikası, büyük sosyal medya tekellerinin üzerindeki yasal baskıyı azaltmayı ve platformların içerik politikalarını daha “serbest” bir şekilde uygulamasını sağlayabilir. Ancak “ifade özgürlüğünü güçlendirme” iddiası taşıyan bu politika ırkçılık ve nefret söylemi gibi konularda bugüne dek uygulanan filtrelerin de ortadan kalkmasına yol açabilir.
Öte yandan Trump’ın “anti tröst politikası” olarak tanımladığı yönelimle teknoloji tekelleri arası rekabette kayırmacı bir şekilde hareket edeceği açık. Özellikle kendi etrafında mevzilenen tekellerin pazar hakimiyetlerini ve rekabet gücünü artıracak düzeyde rakiplerini anti tröst soruşturmalarının hedefi haline getirecektir. Bu seçici/kayırmacı yaklaşım aynı zamanda nasıl bir motivasyonla hareket edildiğini de ele veriyor.
Yarı İletken Politikaları ve Tayvan Meselesi
Trump, Çin’in teknolojik ilerlemesini sınırlamak amacıyla yeni ticaret kısıtlamaları ve ihracat yasakları getirmekten kaçınmayacak. ABD’nin teknoloji alanındaki rekabet gücünü artırmayı ve Çin gibi rakip ülkelerin etki alanını sınırlayarak yerli yarı iletken üretimini destekleyen politikalara yönelmek durumunda kalacak.
Yanı sıra öteden beri Çin ile ABD arasında egemenlik çatışmasının Pasifik’teki odak noktasını oluşturan Tayvan, dünyanın en büyük yarı iletken üreticilerinden biri olan TSMC’ye (Taiwan Semiconductor Manufacturing Company) ev sahipliği yapıyor.
Burada Tayvan meselesine bir parantez açalım. ABD’nin Tayvan’a yönelik politikaları, 1979’da diplomatik ilişkilerini Çin’e kaydırmasıyla şekillenen Tek Çin Politikası ve aynı yıl kabul edilen Tayvan İlişkileri Yasası (TRA) temelinde yürütülüyordu. Bu çerçevede nABD bir yandan Tayvan’ın askeri savunmasını destekleme hakkını saklı tutarken diğer yandan Çin’i provoke etmemek adına “stratejik belirsizlik” politikaları izliyordu. Ancak Trump’ın yeniden ABD başkanlığına dönmesiyle bu dengelerin önemli ölçüde değişime uğrayabileceği öngörülüyor.
Gerçi bu değişim işaretleri Biden döneminde başladı. Demokrat Parti’nin o dönem etkili isimlerinden Senato Başkanı Pelosi’nin Tayvan ziyareti gibi provokatif diplomatik hamlelere zaman zaman ABD donanmasının kışkırtıcı gövde gösterileri eklendi. Tabii bu arada Çin’de hareketsiz durmadı. O da sık sık pazularını gösterdiği askeri manevralar düzenleyerek gerekirse çatışmayı göze aldığı mesajını verdi.
ABD Biden döneminde Tayvan Boğazı’ndaki gerilimleri uluslararasılaştırma stratejisi izlendi. Japonya, Avustralya ve Avrupa Birliği gibi müttefikler mobilize edilerek Çin’i çevreleme politikası güçlendirildi. Buna karşılık Trump bir önceki başkanlık döneminde daha çok “çift taraflı anlaşmalar” üzerine odaklandı ve çok taraflı mekanizmalara daha az önem verdi. Trump’ın yeni dönemde Tayvan’ı daha çok bir “pazarlık kozu” olarak kullanması muhtemeldir.
Tayvan’a yönelik silah satışlarının artması bekleniyor. Bununla birlikte Trump’ın Tayvan’a verdiği desteği şartlara bağlı hale getirmesi, Tayvan yönetiminin özellikle yarı iletken endüstrisi gibi stratejik alanlarda ABD ile ilişkilerinde sürtünmeler yaşamasına yol açacaktır.
Çin ise maliyetinin yüksekliği ve içerdiği diğer riskler nedeniyle Tayvan’ı askeri işgal girişiminde bulunma konusunda temkinli davranıyor. Dolaysız askeri çatışmadan -şimdilik- kaçınmaya çalışan bu ihtiyat sadece Tayvan konusunda değil Çin’in Ukrayna ve Ortadoğu’da yaşananlar karşısında sergilediği alçak profilde de kendisini gösteriyor. Ancak Çin kendisi için özel bir yerde duran Tayvan konusunda “gri bölge taktikleri” olarak bilinen yaklaşımları (askeri tatbikatlar, ekonomik ve diplomatik baskılar) sürdürerek Tayvan’ı yıpratma stratejisine devam edecek. Trump’ın başkanlık koltuğuna geri dönmesiyle Çin bu yeni yönetimi “test etmek” için Tayvan Boğazı’nda daha agresif hamleler yapmayı aklından geçirebilir. Ancak Çin, ekonomik krizler ve artan jeopolitik gerilimlerde özellikle Ukrayna ve Ortadoğu’da kendi aleyhine gelişen süreçlerde sergilediği silik duruşla temkini tümden elden bırakmayacağını da gösterdi.
ABD’nin Müdahale Kapasitesi
Trump yönetiminin Tayvan’ı koruma konusundaki kesin bir taahhütte bulunmaması, ABD’nin olası bir Tayvan-Çin çatışmasına dâhil olma ihtimalini daha da belirsiz hale getiriyor. Ancak Tayvan’ın stratejik önemi, özellikle yarı iletken endüstrisindeki kilit rolü ABD’nin Tayvan’a olan desteğini tamamen sonlandırmasını neredeyse imkânsız kılıyor. Trump’ın “şartlara bağlı destek” politikası, Tayvan’da ve Asya Pasifik bölgesindeki müttefiklerinde ciddi kaygılara yol açacaktır. Ancak Trump’ın önceliği yol temizliği kapsamında Suriye’nin ardından Irak ve İran olacaktır. Ve elbette sıra “ABD’nin en tehlikeli düşmanı” olarak gördüğü Çin’le tayin edici kapışmaya geldiğinde Tayvan kozunu farklı oynayacaktır.
Çin’in teknoloji sektöründeki yükselişini engellemek için uygulanan kısıtlamaların artırılarak sürdürülmesi ve Amerikan yarı iletkenlerinin Çin’e satışının sınırlandırılması global pazarda yeni gerilimler yaratacaktır. Öte yandan bu politikalar ABD’nin kendi etki alanını güçlendirme hedefiyle uyumlu olsa da maliyet artışları ve yeni teknolojilere erişimde zorluklar gibi yan etkilerle karşılaşmak kaçınılmaz olacak.
Trump’ın yarı iletken politikaları, ulusal güvenlik ve ekonomi odaklı bir yaklaşımı benimserken, küresel tedarik zincirlerinde yeniden yapılanmaya ve potansiyel olarak daha korumacı bir tutuma yol açacaktır. Bu politikaların ABD’nin teknoloji alanındaki liderliğini sağlamlaştırmayı amaçladığı ancak uluslararası ortaklıklar ve küresel dengeler üzerinde de farklı etkiler yaratacağı söylenebilir.
ABD-Çin Teknoloji Rekabetinde Yeni Dönem
Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ABD-Çin ilişkilerinde zaten gergin olan teknolojik üstünlük mücadelesini daha da keskinleştireceği açıktır. Teknoloji askeri ve ekonomik rekabetin merkezinde yer aldığından iki güç arasındaki bu yarış sadece ekonomik değil aynı zamanda stratejik bir boyut taşımaktadır. Çin son yıllarda yapay zeka, 5G teknolojileri, kuantum bilişim ve otonom sistemler gibi alanlarda büyük adımlar attı. Trump yönetimi bu gelişmelere karşılık olarak ABD’nin özellikle savunma sanayisine entegre edilecek yapay zeka projelerine daha fazla kaynak ayırmaya yönelecek. Savunma teknolojilerindeki bu hamleler ABD’nin küresel askeri üstünlüğünü koruma çabasını hızlandıracaktır.
Trump’ın Çin karşıtı söylemleri, büyük teknoloji tekelleri için hem fırsatlar hem de riskler barındırmaktadır. Örneğin Apple ve Google gibi tekeller, Çin’e yönelik ihracat kısıtlamalarının doğrudan etkilerinden korunmak ve Çin pazarındaki kayıplarını telafi etmek için ABD hükümetiyle ilişkilerini daha da güçlendirme yoluna gidecektir. Bu tekellerin ABD-Çin arasında derinleşen teknoloji savaşında Çin’deki operasyonlarını azaltması, alternatif üretim merkezlerinin oluşturulmasını gerektirirken küresel tedarik zincirlerinde ciddi bir yeniden yapılanmayı beraberinde getirecektir.
Bu rekabetin diğer bir boyutu ise teknoloji transferleri ve fikri mülkiyet hakları üzerindeki tartışmalardır. Trump yönetiminin, Çin’in ABD teknolojisini çaldığına dair iddialarını sık sık gündeme getirmesi ve bu konuda daha sert önlemler alması iki güç arasındaki gerginliği tırmandıracak. Örneğin, Çinli teknoloji şirketlerine yönelik ambargoların artırılması, ABD merkezli tekellerin Çin ile olan iş ilişkilerinde zorluklara yol açarken iki güç arasındaki teknolojik ayrışmayı hızlandıracaktır.
Trump’ın ikinci dönemi, ABD-Çin teknoloji rekabetinde stratejik bir dönemeç olmaya aday. ABD’nin bu rekabeti sürdürme şekli yalnızca küresel teknoloji piyasalarını değil aynı zamanda uluslararası ilişkilerin geleceğini de şekillendirecek. Bu süreçte atılacak adımlar yalnız ekonomik değil aynı zamanda politik ve askeri sonuçlar doğuracak şekilde uzun vadeli etkiler yaratacaktır.
Sözün özü yapay zeka teknolojileri, 21. yüzyılın emperyalist güç mücadelelerinde merkezi bir rol oynamaya adaydır. YZ’nin gelişimi yalnızca teknolojik bir ilerleme değil aynı zamanda mali sermayenin ekonomik, siyasal, sosyal olarak çok yönlü hegemonya mücadelesinin bir parçasıdır. ABD ve Çin arasındaki YZ rekabeti bu hegemonya mücadelesini daha da kızıştırırken bir taraftan da emek ile sermaye arasındaki çelişkiyi dünya çapında keskinleştiren bir rol oynamaktadır. Bu süreç aynı zamanda küresel güç dengelerinin yeniden şekillenmesine yol açacaktır. Velhasıl yapay zeka destekli teknolojilerin gelecekteki yönelimi, hangi sınıfın çıkarlarına hizmet edeceği sorusuna verilen yanıtla belirlenecektir.
___
*Elon Musk, Twitter’ı satın alarak mavi kuşu uçurdu ve yerine X adını verdiği bambaşka bir platform getirdi. Zaman akışını yöneten algoritmaları hızlandırıp kontrolü ele aldı. Musk, önce parayı veren herkesi onaylı hesap yaparak görünürlüklerini artırdı, ardından “sana özel” sekmesini sansasyonel içeriklerle doldururken “takip edilenler” sekmesini sponsorlu içeriklerle kuşattı. İçerik moderasyonunu sağlayan ekipleri işten çıkarıp denetimi neredeyse sıfırladı. “İfade özgürlüğü” bahanesiyle yalan haberlere ve nefret söylemine göz yumulur hale gelen bu yeni X, artık en çok bağıranın kazandığı bir platforma dönüştü. Musk, bu kaotik atmosferi siyasi emelleri için kullandı; 203 milyon takipçisine Donald Trump lehine yüzlerce paylaşım yaptı, kampanyasına 120 milyon dolar bağışladı ve şimdi Trump’la birlikte yeni bir yönetim yapısında aktif bir rol üstlenmeye hazırlanıyor. X’in kaosa sürüklenmesiyle birçok kullanıcı yeni limanlar aramaya koyuldu. Barbara Streisand, Ben Stiller ve Jamie Lee Curtis gibi isimler, gazeteciler ve bilim insanları Bluesky’a yöneldi. Nature dergisinde yayımlanan bir makale, bilim dünyasından birçok ismin daha sağlıklı bir etkileşim ortamı sunduğu için bu platformu tercih ettiğini gösteriyor. The Guardian Gazetesi ve Alman futbol takımı St. Pauli gibi ünlü kimi kurumlar da X’i terk ettiklerini açıkladı. Bluesky, Şubat 2024’te kapılarını tüm kullanıcılara açtığından beri özellikle ABD’de hızla güç kazanırken, Türkiye’deki kullanıcılar da platformu keşfetmeye başladı.
**Regülasyon bir sistemin, sektörün veya piyasaların belirli kurallara ve standartlara uygun şekilde çalışmasını sağlamak amacıyla devlet kurumları veya düzenleyici otoriteler tarafından konulan yasal düzenlemeler ve denetim mekanizmalarını ifade eder.
***Çin ile ABD arasındaki Tayvan sorunu, 1949’daki Çin İç Savaşı’na dayanıyor. İç savaşta Çin Komünist Partisi zafer kazanarak Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu, ancak yenilen milliyetçi hükümet Tayvan’a kaçtı ve Çin Cumhuriyeti’ni orada sürdürdü. O zamandan beri Çin, Tayvan’ı kendi topraklarının bir parçası olarak görüyor ve bu nedenle Tayvan’ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasına karşı çıkıyor. Tayvan ise tersini iddia ederek Çin egemenliğini kabul etmiyor.
ABD, Soğuk Savaş dönemi boyunca Tayvan’ı Çin’e karşı bir müttefik olarak desteklemiş ancak 1979’da Çin ile diplomatik ilişkiler kurarak Tayvan ile resmi bağlarını kesmiştir. Ancak ABD, Tayvan’a silah satışları ve Tayvan İlişkileri Yasası çerçevesinde güvenlik desteği sunarak Çin’e karşı Tayvan’ın savunmasını sağlamaya devam etmiştir. Bugün Tayvan, Çin’in askeri ve ekonomik gücünden dolayı bağımsızlık ilan etmekten kaçınmakta ancak bağımsız bir kimlik geliştirmeye devam etmektedir. Çin ise Tayvan’ı yeniden birleşme yoluyla kendi egemenliği altına almayı hedeflemekte ve askeri tatbikatlarla baskı uygulamaktadır. Tayvan sorunu, sadece Çin ile ABD arasında değil küresel teknoloji üretimi ve Pasifik bölgesindeki güvenlik dengeleri açısından da büyük bir jeopolitik öneme sahiptir. Bu gerginlik, potansiyel bir askeri çatışmaya dönüşme riski taşıdığı gibi emperyalist hegemonya çatışmasında yeni bir dünya savaşının pimi işlevini de görebilir.