Aklın tasfiyesi
Yazan: D.Emrah Zıraman
İnsanlığın aklı keşfetmesi toplumsal ilişkilerin, toplumsal varlıktaki değişmelerin sonucu ile gerçekleşti. Pratik faaliyette belirleyici olan aklın bir bilinç düzeyine çıkması, kullanılması insanın var oluşu ile kıyaslandığında çok değil MÖ 700’lere kadar uzanır. Antik-Yunan’dan sonra uzun bir kış uykusuna yatan akıl kapitalizmin şafağında Rönesans’ta artık geri dönülmez bir biçimde tarih sahnesine çıktı.
Akıl, burjuvazinin elinde kapitalizmin temel kurucu unsurlarından biri oldu. Evrenin açıklanmasından gündelik hayatın işleyişine kadar akıl her yere hâkim kılındı. Her ne kadar felsefe literatüründe rasyonalistler listesi farklı olsa da aklı kullanmanın felsefi ayak izleri Descartes ile başlatılır ve doruk noktası Kant ve Hegel ile bitirilir. Alman İdealizmi’nde doruk noktasına ulaşan burjuva aklı aynı zamanda burjuva gericiliğinin de aracı haline gelir.¹
Diyalektik ve (tarihsel) materyalizm Marx’ın (ve Engels başta olmak üzere Marxist ustaların) ellerinde, kapitalizmle işlerlik kazanan akıl ve deneyciliğin (Marx ve Engels’in ifadesi ile utangaç materyalizmin) birleştiği yerdir. Akıl düşünmeyi bu bağlamda özneyi, deney ise maddeyi bu bağlamda nesneyi önceler. Akıl kısmı diyalektik ile deney kısmı ise (insan ilişkilerinde tarihsel olarak) materyalizm ile uygulandı. Ancak bu kaba bir biçimde olmadı asla. Bizatihi aklın kendisi maddenin bir parçası (Lenin’in veciz ifadesiyle “düşünceyi düşünen organdan ayırmamak”) biçiminde; maddenin kendisi de akılla kavranabilir olarak ele alındı.
Her şeyde olduğu gibi akıl da nihayetinde sınıf savaşımının bir aracı olarak kullanıldı. Akıl 19. yüzyılda bir yandan burjuvazinin elinde (örneğin pozitivizm biçiminde) gelişirken, aynı dönemde diyalektik ve materyalizmle birlikte -Marx ve Engels başta olmak üzere- kapitalizmi yıkmak isteyenlerin önemli bir dayanak noktası haline geldi. Nihayetinde “proleter devrimler çağı” olan 20. yüzyılda akıl artık proletarya elinde kapitalizme galebe çalmanın temel dayanaklarından birisi oldu.
50’li yıllarda ortaya çıkan post-modernizm aklı eleştiriye tabi tutmuştu. Saçmalıklar üreten kolları dışarıda bırakılacak olursa post-modernizm akla sert eleştiriler yaparken onu saf dışı bırakmaktan çok ona eş değer olanları göstermeyi amaçlıyordu. Akla eş değerlerden birisi olan irrasyonellik bile akılla ilişkili ve/veya akla karşıt konumlandırılıyordu.
Postmodernizm akla karşı savaşırken -genelde Fransız Devrimi, özelde Kemalizm gibi- kaba ilerlemeci burjuva diktatörlüklerle kopmak adına savaş açmış görünürken, aklın tüm birikimleri lağvedildi. “Tarihin sonu”, “bilinemezcilik”, “belirlenemezcilik”² vb. kavramlar mevcut dünya halinin – doğal olarak kapitalizmin- gelinen son nokta olduğu ilanına çıkıldı.
Ancak 1989’da revizyonizmin utanç verici çöküşü sonrasında, neoliberalizmin zincirlerinden boşanmasının da etkisiyle post-modernizm sadece burjuvazi elinde akla karşı bayrak açmadı. Aklın kullanılmasını savunan devrimci aklı da hedef tahtasına koydu. Tarihsel olarak yaşanan tıkanmayı aşmak isteyen devrimciler, sosyalistler, komünistler de bir şekilde post-modernizmden etkilenerek proletarya saflarını etkileyecek rezil teoriler üretebildiler.
Tasfiyecilik konusu genelde sol, devrimci, sosyalist, komünistlerin bir iç konusu gibi anlaşılsa da günümüzde daha geniş bir toplumsallık içinde aklın tasfiyesi ile karşı karşıyayız. Akıl terk edilmekle kalmıyor, ona dair ne varsa tasfiye ediliyor. İronik bir biçimde akıl tasfiye edilirken aklın bugüne kadar kullandığı araçlar, yöntemler kullanılıyor. Böylelikle de aklın tasfiyesi akla uygun bir görünüm ve biçim elde ediyor.
Burjuvazi birkaç yüzyıl önce taptığı aklı çoktan bıraktı. Mevcut koşullara itiraz eden, mevcut sistemi değiştirmek, dönüştürmek ve hatta yıkmak isteyen başta işçi sınıfı, emekçi halklar, ezilen ulusların-cinsiyetlerin öncüleri aklı tamamen bir kenara henüz bırakmadılar. Ancak ayakları ya girdabın içinde ya da girdabın tam kıyısındadır. Sistem karşıtlarının aklın tasfiyesinden nasiplerini almaya başladıklarının emareleri giderek artmaya başladı. Bu emarenin başına, egemen sınıf olan burjuvaziyi akla geri dönmeye çağrı yapmayı; bununla yetinmeyip burjuvaziyi akla geri dönmesi için ikna etmeye çalışmayı yazmak gerekiyor. Bu nedenle aklın tasfiyesinin önünde duracak engel -tersine döndürülemezse şayet- ancak bir tül perdesi kalınlığında.
Marksizm’in diyalektik ve materyalizmi gözeterek koyduğu postulatlardan birisi de toplumsal varlığın önce toplumsal bilincin ise sonra geliştiğidir.
Ancak bununla beraber bilinç, varlığın gelişmesinin gelişkin bir evresinde onu fark eder.³ Bu nedenle varlığın ulaştığı gelişkin evresinin ilk incelemeleri zorunlu olarak genellemeler içerir.
Aklın metalaştırılması
“Meta, her şeyden önce, taşıdığı özelliklerle şu ya da bu türden insan ihtiyaçlarını gideren dışsal bir nesne, bir şeydir. Bu ihtiyaçların doğası, söz gelişi, mideden mi yoksa hayallerden mi kaynaklandıkları, hiçbir değişikliğe yol açmaz.” (Marx, age, 49) Marx “ister mide ister hayal” diyerek meta olabilecek olan insan ihtiyaçlarının sınırına (aslında sınırsızlığına) işaret eder.
Akıl da metalaşmaktan kaçamadı. Kapitalist toplumda aklın en temel ve en yoğun biçimde kullanıldığı üniversiteler bugün neredeyse sadece ve sadece sermaye için çalıştırılıyor. Burjuvazinin akıl tapınağı olan üniversitelerin özellikle fen, sağlık ve mühendislik bilimleri “üniversite sanayi iş birliği” adı altında sermayenin denetimi ve kontrolü altında. Covid-19 döneminde tüm dünya şahit oldu. İnsanlığı kurtaracak bir aşı tekelci ilaç firmaları tarafından sadece kârdan dolayı bir yarış konusu haline geldi. Bunun sonucunda Biontech başta olmak üzere tekelci ilaç şirketlerinin aşıları -aşının patenti de kamulaştırılmaksızın- milyarlarca dolar karşılığında, devletlerce satın alındı. Dünyanın en kudretli emperyalist devletleri dahi ucuza mâl olabilecek bir aşıya para akıtılmasına, bir patent konusu olmasına ses çıkarmadı.⁴
İktisat bilimine bir iki kelam etmeden olmaz. Don Kişot’un sorunu yel değirmenlerini canavar sanmasıydı. Okurken Don Kişot’un durumuna gülmemek elde değildir. Ancak günümüz iktisat bilimi canavarı yel değirmeni olarak göstermek gibi büyük bir suçun temel ortaklarından birisi. Diğer bilimler aklı sermayenin hizmetine sokmak zorunda kalırken, iktisat bilimi akla ihanet ederek kapitalizmin yıkımını akla uydurmaya çalışmayı iş (business) olarak tanımlıyor.
Aklın metalaştırılması sadece bilimi Marx’ın ifadesiyle değişmez sermaye olarak kullanmakla sınırlı değil elbette. Toplumsal iş bölümün temellerinden olan kafa-kol emeği ayrışmasında kafa emeği kol emeği gibi değişken sermayeye dönüşüyor, proleterleşiyor. Artık kafa emeğinin temeli olan akıl da kol emeği gibi geçim araçlarını elde edebilmek için pazara çıkıp kendisini satıyor, alıcısını arıyor. Akıl kendi özellikleri, kendi yeteneklerine göre değil kapitalist piyasanın verdiği değer kadar ucuzlaştırılan bir emeğe dönüşmesi hız kazandı.
Ancak aklın metalaşmasındaki çerçeveyi onun pratik yanı ile sınırlandırmak ciddi bir eksiliğe yol açar. Aklın sınıflı toplumdaki temel işlevi ideolojik aygıt olmasıdır.⁵
Akıl ideoloji üretiminde de metalaşırken, esas olarak meta üretiminin devamı için gerekli olan felsefe, siyaset, din, ahlak vb. ideolojik söylemlerin temel üreticisi. Akıl bu bağlamda kapitalizmin pazar satıcısı. Ancak günümüzde hangi burjuva ideolojik söylem yok ki bizzat burjuva ideolojisinin tarihsel öz kaynaklarının başında akla ihanet etmesin.
Dünyayı bugünkünden bambaşka hale getirecek milyonlarca ortalama üstü zekâ ve yeteneğe sahip insanlar, toplumsal varlıklarına bağlı toplumsal bilinçlerinin -günümüz egemen sınıf ideolojisinin- hükmü altında kapitalizme akılları ile hizmet ediyor. Ortalama akıl ise sınıf ilişkilerinin gelişimine bağlı hareket edebiliyor. Son birkaç on yıldır da ağırlıklı olarak egemen sınıf lehine.
Aklın fetiş karakteri
“(…) meta, bir kullanım değeri olduğu sürece onda hiçbir esrarengiz yan bulunmaz… Örneğin bir masa yapıldığında, tahtanın biçimi değişmiş olur… Ama, [masa] meta kisvesinde bürünür bürünmez, doğal bir şey olmaktan çıkar, duyularla kavranılamayan bir şey olur. Ayakları yerden kesilmekle kalmaz ama aynı zamanda bütün diğer metalar karşısında kafası üstünde durur ve tahta kafasından, kendi iradesiyle dans etmeye başlamasından çok daha mucizevi tuhaf fikirler çıkarır.” (Marx, age, 81)
Akıl da diğer “Katı olan her şey (gibi) buharlaşarak” somut görünümlerini kaybederek soyutlaştı, duyular dünyasının dışına çıktı. Akıl kendine has özellikleriyle diğer metalardan çok daha farklı ve fazla biçimde “kendinden menkul bir varlığa” dönüşerek “duyularla kavranılamayan bir şey” olmaya başladı. Aklın gerçekle ilişkisi o kadar ilişkisiz hale geldi ki -tıpkı Hayalet Avcıları filminde hayaletleri yakalamaya yarayan- bir kapanla ancak gerçekle olan ilişkisi görünür hale gelebiliyor. Öyle ki akıl fetiş karakteri -özellikle metanın para biçimiyle- ilişkisinde ancak kapana girebiliyor. Aklın fetiş karakterinin bu “hayalet” özelliği, onun tasfiyesinin anlaşılmasında, daha doğrusu anlaşılmamasında da ilk büyük engeli oluşturuyor.
Aklın ve onun ürününün fetişleşmesinin bir başka hali de, akıl kendini var eden gerçeğin bütün ilişkilerinden kendisini kopararak, sadece kendisinin bildiği, etkileşimde olduğu ilişkilere gerçeklik atfetmeye başladı. Böylece, materyalizmin diliyle ifade edecek olursak “her şey birbiriyle ilişkilidir”in yerini “her şey birbiri ile ilişkilendirilebilir” aldı. Akıl böylece⁶ -tıpkı Matrix filminin Neo karakteri gibi- gerçekliği eğip bükmeye başladı.
Örnekler o kadar çok ve vahim ki, hangisinden bahsetmek daha öncelikli, insan şaşırıyor: “Covid-19 aşısında çip olduğu”na dair iddiayı bariz saçmalık olarak göz ardı etsek bile, bizzat hekimler tarafından yaygınlaştırılmak istenen aşı karşıtlığından mı bahsedelim, yoksa dünyadaki her olayı orasından burasından tutup illa ki “dünyayı yöneten beş aileye” bağlayandan mı bahsedelim? Bir bilim kurgu yazarı tarafından üretilen ve sonrasında dinlerin teolojik saçmalıklarını da aşarak bir dine dönüşen Scientology’e ne dersiniz? “Dünya bizi kıskanıyor” safsatasının kitlelerce nasıl benimsendiğini mi konuşalım, yoksa Q Anon7 denilen komplo teorisine dayanarak bir güruhun Trump’un işareti ile ABD kongresini basmasını mı?8
Türkiye’de aklın savunucusu olduğunu iddia eden, bu savunuculuğu ise sadece “dine karşı olmakla” sınırlı tutan bazı sosyal medya hesaplarının aklı tasfiye eden saçmalıklarına da değinmek gerekiyor. Örneğin Ateist TV adlı Twitter hesabında “Arap bir göçmenin bir Finli kadına zorla diz çöktürmesi” veya Fatih Altaylı’nın Afganistan’dan, Pakistan’dan gelenlerin “dinci ülkelerden geldikleri” iddiasıyla açıkça yaptığı mülteci düşmanlığı “ateizm” adı altında savunulabiliyor. Ya da Ateist TV hesabı gibi çokça ateist hesap tarafından sürekli alıntılanan Celal Şengör. Jeoloji alanında dünyanın da önde gelen uzmanlardan birisi olan, evrim konusunda da çok ciddi bir bilgi birikimi olan Celal Şengör, din meselesinde kaba materyalizmin ötesine geçemiyor. Ateizm adına dinin iddia ettiği çoğu hikayenin uyduruk ya da mit olduğu gerçeğini söylerken insanların dine inanmasını “salaklık, saçmalık” derekesinde ele alıyor. Şengör dini, dinin kendi içi tutarlığı üzerinden akıl dışı ilan ederken, dini ortaya çıkaran, sürmesini sağlayan toplumsal koşulları ve bu yönüyle dinin toplumsal varlığa bağlı toplumsal bir bilinç, bir ideoloji olduğuna ise dönüp bakmaz, hatta bakmamak için özen gösterir.9
Aklın fetiş karakterinin genel özelliklerinden birisi de, ironik ve oksimoron bir biçimde, aklın bağnazlaşmasıdır. Kendisini biricikleştiren akıl kendisini var edebilmek için katı bir forma dönüşmek zorunda. Her şeyin en iyisini bilen, yapan, yorumlayan, düşünen, ürüne dönüştüren akıl bağnaz biçimde kendisini savunmakla kalmıyor, herkesten de biat talep ediyor. Hal böyle olunca bir akla karşı eleştiri küfür, itiraz ihanet, – hele bir cüret edilsin- eylem ise düşmanlık olarak tanımlanıyor. Bunun sonucu aslında birbirinin kopyası nice akıl birbirini düşman ilan ederek savaşmaktan çekinmiyor. Günümüzün moda tabiri “yankı odası”10 olarak tariflenen durumun kökeni aklın bağnazlığına dayanıyor.
Aklın bağnazlığı kendisini en net biçimde akla karşı çıkanlarla olan ilişkisinde gösterir. Aklı savunma adına hem akıl hem de onun ürünleri biricikleştirilir, aklı kabul etmeyenler, bağnazlıkla itham edilenlere karşı akıl bağnazca savunulur.
Celal Şengör örneğine bakalım. Jeoloji biliminde dünyaca kabul görmüş bir bilim insanı olan Şengör, mesele dine geldiğinde ateizmi akla dayandırarak savunmaya kalkarken, dinin toplumsal varlık koşullarını tamamen dışarı atar ve dinin karşısında aklı koyarak aklı bağnazca savunur. Peki, Marx’ın Kapital’inde “hayata, gerçekliğe, everne dair her şey vardır” diyen bir akla ne buyrulur?
Aklın tasfiyesine karşı
Engels, “Ludwing Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” çalışmasında “her felsefenin ve özellikle modern felsefenin büyük temel sorunu, düşüncenin varlıkla ilişkisi sorunudur” der. (age, 20) Günümüzde ise Engels’in tarif ettiği sorun sadece felsefe ile sınırlı değildir. 21. yüzyılda düşünce varlık arasındaki ilişki sorunu hayatın tüm alanlarında keskin bir kendisini gösterdi.11 Aklın tasfiyesine karşı aklın savunması bu nedenle sadece bir ya da birkaç alanla sınırlandırılamaz. Akla dayalı her alanda aklın savunulması bugün sadece güncel değil tarihsel bir misyondur. Aklın tasfiyesine karşı aklı pratikle ilişkilendirerek onun ilerici, devrimci her bir zerresini radikal, militan biçimde savunmak, akılla kuşanmak zorunluluğu karşımızda duruyor.
Aklın tasfiyesine karşı yapılacak ilk eylem aklı pratikle ilişkilendirmektir. Akıl ancak ve ancak pratik ile ilişki içindeyse, gözü kulağı pratik içindeyse kendi gerçekliğini ortaya çıkarabilir. Pratik ile var olan gerçeklik ancak akıl ile işlendiğinde hayatı değiştirme olanağı elde edilir. Nasıl pratik olarak bir “devrimci yığın” olmadığında “devrim fikrinin binlerce kez dile getirilmesi” nafile bir çaba ise,12 pratikten kopuk bir aklın “dünyayı değiştirmesi” o kadar imkansızdır.13 Pratik gerçeklikten uzaklaşıldığı anda akıl sadece akılla yoğrulmaya başlar ki tasfiye edildiğini bile fark edemez, hatta kendi kendini tasfiye ettiğini bile göremez bir noktaya gelir.
Aklın tasfiyesine karşı yapılacak ikinci eylem pratikten beslenen aklın militanca savunulmasıdır. Militanlık sanıldığı ya da darlaştırıldığı gibi hır gür çıkarma değildir. Militanlık uzlaşmaz çelişkinin çözümünde kendi konumunu karşıtına kabul ettirinceye kadar savunmak, ilerletmek, geri adım atmamaktır; buna sıkı sıkıya bağlı biçimde ikinci olarak da uzlaşmaz bir çelişkiyi uzlaşılabilir bir çelişki haline getirmemektir.14
“Devrimci yığınların” karşısına öncülük iddiası ile çıkanlar, sınıf mücadelesinin, emek-sermaye çelişkisinin belirleyici olduğu gerçeğinden vazgeçtiğinde; ezilen ulusun kendi kaderini çizme ekseninden vazgeçilip her yanıyla muğlak bir “bir arada yaşama” sınırlarına doğru geri çekildiğinde; ezilen cinsiyetin/cinsin mücadelesinde ezen cinsiyeti ancak onun toplumsal varlığını merkeze alıp parçalayarak gerçekleşebilecek eşitlik, özgürlük taleplerini sadece ve sadece ezilen cinsiyet/cins lehine daralttığında; sadece insanın değil tüm yaşayanların varlığının çok ciddi tehdit altında olduğu gerçeğine gözünü kapatıp sadece kendi bağ, bahçesi çapalamaya başladığında akıl çoktan tasfiye edilmiş demektir.
Aklın tasfiyesine karşı yapılacak üçüncü eylem akılları birleştirmek, ortaklaştırmaktır. Aklın bireysel olmadığının tersine toplumsal olduğunun tartışmasına girmek nasıl abesse, kolektiftik namına bir grup aklının da biricik olduğunu, yekûnu temsil ettiğini iddia etmek de o kadar abestir. Dünyayı değiştirmek nasıl bir kitle eylemi gerektiriyorsa, aklın tasfiyesine karşı çıkmanın yolu da birleşmekten, ortaklaşmaktan geçer.
Kapitalizmin geldiği düzeyde insanı her yandan atomize eden sermayenin birleşik hareketine ve nihayetinde de giriştiği aklın tasfiyesine karşı tekil, dar mücadeleler, girişimler ne kadar anlamlı ne kadar cüretkar olursa olsun, nihayetinde ya yenilecektir ya kırılacaktır ya da sönüp gidecektir.
Aklın tasfiyesine karşı girişilmesi gereken son eylem ise eleştiri ve özeleştiriyi bir an bile elden bırakmamaktır. Neyin, ne kadar eleştirilebilir olduğunu pratik gösterir, ortaya çıkarır. Bugünün modası olan ve aklın tasfiyesinin dayanak noktalarından birisi olan mutlaklaşmaya karşı, var oluşun değişim ve geçiciliğini sürekli gözetmek gerekir. Var oluşların değişim ve geçiciliğinin anlaşılmasında, yorumlanmasında, etkide bulunulmasında eleştiri ve özeleştirinin gücü ve önemi belirleyicidir. Eleştiri ve özeleştiri sadece yaşamı anlamada bir olanak değil aynı zamanda hayatı değiştirmenin silahlarının da ortaya çıkmasını sağlar.
Aklın tasfiyesi dar anlamıyla bir entelektüel, teorik sorun değildir. Lenin’in ifadesiyle nasıl “teori olmadan pratik olmaz” ise akıl olmadan da devrim olmaz. Aklın tasfiyesine karşı bilinçli bir karşı duruş sergilenmezse şayet, akıl sahibi olan insanlığı da içine alan hayatın varlık-yokluk tehlikesi uzak bir ihtimalden çıkıp yakın zamanda burun buruna kalacağımız bir gerçeklik haline gelecektir.
1Engels, Hegel’in gericilik elinde nasıl kullanıldığını gösterir: “Bir örnek alalım. Hiçbir felsefi sav, Hegel’in ünlü “Gerçek olan her şey ussaldır, ussal (rationnel) olan her şey gerçektir” savı kadar, yeteneksiz hükümetlerde bu denli şükran duyguları ve onlardan daha az yeteneksiz olmayan liberallerde de bu denli öfke uyandırmamıştı. Bu, açıkça, var olan her şeyin kutlulaştırılması, despotluğun, polis devletinin, keyfi adaletin, sansürün onaylanması değil miydi? İşte böyle yorumladı bunu Friedrich Wilhelm III, onunla birlikte de uyrukları.” (Engels, Ludwing Feuerbah ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, sf. 11)
2Detayları bir başka yazının konusu olmakla beraber; kuantum fiziğinin doğadaki bir gerçekliğe uygun olarak kullanılan “bilinemezlik”, “belirlenemezlik” terimleri, fizikten matematikten zerre anlamayan sosyal bilimciler elinde başta Marksizm’e saldırmak veya onu sulandırmak için kullanılan kavramlara dönüştü.
3“İnsan yaşamının biçimleri hakkındaki düşünceler ve dolasıyla bunların bilimsel analizi, genel olarak, gerçek gelişmenin tersi bir yol izler. Analiz, post festum (iş olup bittikten sonra) ve dolasıyla gelişim sürecini tamamlamış sonuçlarıyla başlanır.” (Marx, Kapital, sf.85)
4Mühendislik bilimlerinin sermaye ile olan ilişkisi korkunç boyutta. Yeni bir buluş, teknoloji ancak ucunda kâr varsa dikkate alınıyor. Öyle ki TV şovlarında bile bir buluşun üretilmesi için nihai kararı jürideki “yatırımcı” veriyor. Kâr yoksa buluş da yok.
5İdeolojinin pek çok anlamı olsa da Marksizm’in gösterdiği gibi ideoloji çelişkilerin bilinç düzeyinde çözüldüğü alandır. Bir ideolojinin ne olduğunu, neye hizmet ettiğini anlamanın yolu çelişkileri kimin lehine çözdüğüne bakmaktan geçer.
6“Kullanım nesneleri, genel olarak, yalnızca birbirlerinden bağımsız olarak harcanan kişisel emek ürünleri oldukları için, metalar haline gelir…kişisel emekler gerçekte kendilerini ancak toplam toplumsal emeğin üyeleri olarak, emek ürünleri ve bunlar aracılığıyla da üreticiler arasında kurulan mübadele ilişkileriyle ortaya koyarlar. Bundan dolayı, kendi emek ürünlerinin toplumsam ilişkileri, üreticilere, oldukları gibi, yani emek harcayan kişilerin kendi aralarındaki dolaysız toplumsal ilişkileri olarak değil, aksine, kişiler arasındaki maddi ilişkiler ve şeyler arasındaki toplumsal ilişkiler olarak görünür. (Marx, age, 84, abç)
7Q Anon: Donald Trump’ın başkanlığı sırasında ABD’de ortaya çıkan aşırı sağ komplo teorisi. Bu teoriye göre ABD, pedofili bir ağdan oluşan bir derin devlet tarafından yönetilmektedir. ABD’deki demokratlar bu derin devletin parçasıdır. Trump, bu derin devletle savaşmak için görevlendirilmiş kişidir.
8Dine karşı bilimi, inanca karşı aklı savunan bir kemik Kemalist aklı “Atatürk ve 19 mucizesi” gibi saçmalıkla tavlamak, ayaklarını yerden kesmek pekâlâ mümkündür.
9Celal Şengör’ün dinlere dair bilgisi, dinlerin kendi iç tutarlılıkları ile o kadar sınırlı ki, Marksizm konusundaki cehaletinin doruğu Marksizm’i bir din olarak anlaması ile de anlaşılır.
10Yankı odası: Daha çok iletişim alanında kullanılan bir jargondur. Bilgi, fikir veya inançlarla tanımlı bir sistemde, çoğu zaman benzer fikirde olanların sadece kendi aralarında iletişim içinde olduğu durumu tarif etmek için kullanılır.
11Öyle ki 20. yüzyılın tamamı ve 21. yüzyılın ilk çeyreği sanki bıktırıcı bir “Klasik Alman Felsefesinin” bir türlü “bitemeyen sonuna” dönüştü.
12Marx-Engels, Alman İdeolojisi, sf.48
13Marx’ın, Feuerbach Üzerine Tezler’inin 11.si “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir.” tezi Marxistler arasında bile diğer 10 tezi gölgede bırakacak kadar popülerdir. Ancak Marx’ın bu 11 tezinin her biri pratik ile teori arasındaki materyalist ilişkiyi keskin bir biçimde tarif eder. Akıl ve pratik ilişkisinde 8. Tezin altını çizmekte fayda var: “Toplumsal hayatın tamamı, özünde pratiktir. Teoriyi mistisizme götüren bütün sırlar, ussal çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.” (Marx-Engels, age, sf.16)
14Aynı biçimde uzlaşılabilir bir çelişkiyi uzlaşılamaz bir çelişki haline getirmek de sorunludur.
Kaynakça
Lenin, Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Yedinci Baskı, Ankara, 1989
Engels, Friedrich, Ludwing Feuerbah ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, 3. Baskı, 1992, Ankara
Marx, Karl & Engels, Friedrich, Alman İdeolojisi, Evrensel Basım, İkinci basım, 2013, İstanbul
Marx, Karl, Kapital, Cilt-1, Yordam Yayınları, İstanbul, 2011