Şantiyelerde Urfalı İşçiler
Yunus Özgür
İnşaat işçileri nicelik olarak Türkiye işçi sınıfının azımsanmayacak bir bölüğünü oluşturur. Nitelik olarak ise -son 10-15 yılı saymazsak- sektörün dezavantajları yanında sosyalist hareketin inşaat sektörünü örgütlenmeye dönük duyarsızlığının da etkisiyle Türkiye işçi sınıfı içerisinde hak alma ve sendikal bilinç anlamında en geri bölükleri içerisinde yer alır.
Kürdistan’dan tutalım Karadeniz’e kadar hemen her bölgeden, her kültürel şekillenişten bir parça vardır şantiyelerde. Bir açıdan şantiyelerde işçi sınıfının en güvencesiz bölüklerinin fotoğrafını bulursunuz. Elbette bu fotoğraf kısıtlıdır. Çünkü işkollarına, güvenceli ya da kalifiye olup olmamaya, yaşanan toplumsal dönüşümden ne kadar etkilendiklerine, örgütlülük ve bir sınıf olma bilinçlerinin düzeyine göre değişir pek çok şey.
Üç Kategori
İnşaat işçilerinin kültürel/coğrafi şekillenmelerine bağlı olarak sendikal mücadele ve hak arama bilinçleri de ciddi farklılıklar gösterir. Bu açıdan inşaat işçilerini -özellikle kültürel şekilleniş bakımından- üç kategoriye ayırmak mümkündür:
Kürdistan illerinden gelerek büyük metropollerdeki şantiyelerde çalışan Kürt işçiler yoğunluk bakımından birinci sıradadır. Bu işçiler Kürt özgürlük mücadelesinin yarattığı doğal bir hak arama bilincine, birlikte hareket etme kültürüne sahiptirler. Şantiyelerde bu özellikleriyle öne çıkarlar.
İkinci kategoride Karadeniz illerinden gelen işçiler yer alır. Karadenizli işçiler, genel tez canlılıklarının aksine yaşanan sorunlar karşısında en son tepki koyan kesimi oluştururlar.
Üçüncü kategori ise özellikle Urfa ve çevre köylerinden gurbetçi işçi olarak büyük kentlere gelip şantiyelerde çalışan Urfalı Arap işçilerdir.
İnşaat işçilerini belli başlı üç ana kategoriye ayırdık: Kürt işçiler, Karadenizli işçiler ve Urfalı Arap işçiler. İlk bölümümüzde Urfalı Arap işçilerin profilini çıkarmaya çalışacak, hak arama mücadelesindeki duruşları üzerinde duracağız.
Kürt ve Karadeniz illerine nazaran Urfa ilinin alan ve nüfus açısından küçük olması şantiyelerde çalışan Urfalı Arap işçi sayısının da küçük bir azınlığı oluşturduğu anlamına gelmiyor. Urfa bölgesinden büyük kentlere çalışmak için gelen işçiler bu işkolunda hatırı sayılır bir büyüklüğe sahipler.
Urfalı işçilerin hikayesi çoğu zaman tarımda yaşanan yıkımla birlikte başlar. Ezici kısmı tarım politikaları nedeniyle geçim kaynaklarının giderek daralması nedeniyle -köyleri ve toprakla ilişkileri tümüyle kopmadan- işçileşmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle İstanbul’a ve belli başlı büyük kentlere gurbetçi işçi olarak gelmişler ve şantiyelerde iş bulmuşlardır. Şantiyelerdeki kölece çalışma koşullarına rağmen kazancın nispeten “iyi” olması diğer akrabalarını da hızla bu sektöre çekmiştir.
Özellikle Yağma, Zengi ve Yağmur ailelerinden binlerce genç Urfalı Arap işçi şantiyelerde ter döker. Hasat zamanı memleketlerine gidip 10-20 gün kalmalarının dışında kent kent, şantiye şantiye dolaşırlar bu aşiretlerin gençleri. Genç dediğimize bakmayın, yaşları 19-25 arası olmasına rağmen aralarında bekar bulunmaz neredeyse. Ayrıca her birinin 2-3 bebesi vardır memlekette. Hem çoluk çocuklarına bakmak zorundadırlar hem de babalarına. Babaları 50’li yaşlara gelince çalıştırmazlar, geçimini onlar sağlarlar ve bu yazılı olmayan bir yasa gibidir.
Bu işçiler esas olarak feodal değerler ve dini inanışa göre şekillenmişlerdir. Bakabiliyorsan ve istenen başlık parasını sağlayabiliyorsan 2,3,4 hatta 7-8 evlilik yapılması onlara göre doğaldır. Atalarından-büyüklerinden böyle görmüşlerdir ve bu neredeyse hiç değişmemiş bir katılıkla devam etmektedir.
Gençlerin büyük kentlerdeki şantiyelerde çalışmaları, yılın neredeyse 11 ayını evlerinden uzak geçirmeleri çok etki etmemiştir bu feodal kabuğun parçalanmasına. Çünkü şantiyelerde de kapalı bir ilişki sistemleri vardır. Hep bir aradadırlar. 30,40, 50 kişilik gruplar halinde hep birlikte giderler gurbete. Bu hem kendilerini güvende hissettirir hem de akraba oldukları için birbirlerini koruyup kollamalarını sağlar.
Bütünlüklü Bir Dönüşüm Uzun Soluklu Süreç İşidir
Şantiyelerde azımsanmayacak sayıda bir ağırlığı bulunan bu işçiler, katı feodal değerlerin, dinsel yargıların hüküm sürdüğü Urfa’nın izdüşümü gibidir çoğunlukla. Fakat en katı feodal değerler ya da dini etkiler altında şekillenen bu işçiler bile direnişin soluğu içinde belirli bir dönüşüm yaşarlar. Bütünlüklü bir dönüşüm uzun vadeli, uzun soluklu bir süreç işidir. Ancak işçi sınıfının belki de en “geri” bölüklerini oluşturan kesimlerin bile direnme, direnerek hak kazanma süreçleri içinde nasıl bir değişim yaşadıklarına tanık olunca insan, sınıf bilinci ile fiili meşru mücadele arasındaki dolaysız ilişkiyi daha yakından anlıyor.
Urfalı Arap işçilerle yolumuz yine bir şantiyede yaşanan hak gaspları sonucu keşişti. 5-6 kişiden oluşan bu grubun sorununu çözdükten sonra çığ misali ardından yüzlerce Urfalı Arap inşaat işçisiyle tanıştık. Şantiyelerde sık sık yaşanan ücret gaspı ve diğer sorunların çözümünün sendikayla birlikte mücadele ederek çözüldüğünü gördükleri oranda çok hızlı bir şekilde bizimle ilişkilenir oldular.
Birbirleriyle akraba ve yakın köylü olmaları bu hızlı akışı güçlendiren en önemli etkenlerden birisiydi. Urfa ilinde ikamet etmelerine rağmen bu işçi kesiminin Arap olmalarından kaynaklı kültürleri Kürt ve Karadenizli inşaat işçilerine nazaran çok farklıydı. Sendika olarak şantiyelerde daha çok Kürt ve Karadenizli işçilerle iletişim içerisindeydik. Bizim açımızdan da Urfalı Arap işçilerle iletişimimizin gelişmesi, bağlarımızın hızlı ve giderek güçlenmesi alışageldiğimiz inşaat işçisi profilinin dışında farklı bir işçi kesimiyle yüz yüze gelmek anlamına geliyordu.
Sendikamızla birlikte birçok sorununu çözen Urfalı Arap işçilerin neredeyse tamamı AKP ve MHP’ye oy veriyordu ama sendikamızın siyasi kimliğini de biliyorlardı. İlişkimizin zaman içinde kalıcılaşıp güçlenmesi, sol görüşlü olmamızın bu ilişki üzerinde zayıflatıcı değil perçinleyici bir etki yarattığının somut ifadesi oldu.
Bu ilişkinin giderek güçlenmesi ve yaygınlaşmasındaki en büyük etken kuşkusuz şantiyelerde yaşadıkları sorunların çözümünün sendikadan geçtiğini görmeleriydi. Fakat mesele tek başına bu “çıkar” noktasıyla sınırlı ele alınmayacak kadar başka boyutlar da taşıyordu. Özellikle on yıllara hatta yüzyıllara dayanan tüm feodal yapılarına ve gerici önyargılara rağmen sendikamızın onlarla kurduğu samimi ilişki bunda belirleyiciydi. Sendikamız, Urfalı Arap inşaat işçilerde kökleşen tüm gerici, feodal ve dini önyargılara rağmen onlarla en başta pratik içerisinden akan doğal ve samimi bir bağ kurdu. Bu pratik içinden oluşan güven, samimiyetle birleşince ilişkimiz kökleşti.
Memleketlerinde hatırı sayılır topraklarının olmasına ve bu toprakları ekip biçmelerine rağmen tarımda yaşanan yıkımın sonuçlarını ağır bir şekilde hisseden Urfalı gurbetçi Arap inşaat işçileri, yoksulluklarını bir nebze olsun azaltabilmek için büyük şehirlerdeki mega şantiyelerde her türlü kölece çalışma koşullarına boyun eğdikleri bir noktada bizimle tanışmış oldular. Karşılarına hiçbir maddi çıkar gözetmeden sorunlarını birlikte çözdükleri bir yapının çıkması ve o sorunların her etabında birlikte düşünmeyi kışkırtması da bu güvenin temel belirleyicilerindendi. Onlarla çalışma koşulları dışında diğer toplumsal sorunlara ilişkin sohbetlerimiz pratiğin doğal akışı içinden şekilleniyordu. Söylediklerimizin inandırıcılığı da tam da bu nedenle ikna edici oluyor, kabul görüyordu.
Paran varsa 2-5-6 kadınla evlenebilmenin doğal karşılandığı, başlık parası gibi bir geleneğin katılıkla uygulandığı, aşiretlerin borusunun öttüğü, ağalık sisteminin -yüzyıl öncesindeki gibi olmasa da- hatırı sayılır kalıntılarının hüküm sürdüğü, jeopolitik öneminden dolayı yüzyıllardır egemenlerin özel ilgi gösterdiği, bölgedeki tüm toplumsal kesimler üzerinde din ve feodal değerler gibi iki güçlü ideoloji aracılığıyla hegemonya kurulduğu bir bölge insanından söz ediyoruz Urfalı Arap inşaat işçisi dediğimizde.
Okyanusta Damla Misali…
Şantiyelerde yaşanan sorunların gün geçtikçe artması, sendika olarak da Urfalı Arap inşaat işçileriyle yollarımızın daha sık kesişmesini beraberinde getirdi. Urfalı Arap inşaat işçileriyle yaşadığımız bu yoğunluk “Urfa İnşaat İşçileri Sendikası” olarak esprilerimize dahi konu olmaya başladı. Bu yoğunluk ve temaslarımız giderek toplumsal sorunların, kadın sorununun, Kürt sorununun, doğa ve hayvan katliamlarının ve cinsiyet sorunlarının konuşulduğu, tartışıldığı ve etkileşimin güçlendiği sohbetlere evrildi. Kuşkusuz ana ve babalardan, büyüklerden alınan kültürün bir anda değişmeyeceği bilinciyle de bağlantılı olarak okyanusta damla misali değişimlerin olduğunu da gözlemleyebiliyorduk, bu sohbetler sonrası gizliden gizliye sorulan sorulardan ve bakışlardan.
Dini ve feodal değer yargılarının güçlü olduğu Urfalı Arap inşaat işçilerinin, sendika yöneticilerimize “Urfa’ya yolunuz düşerse mutlaka bizde kalacaksınız, misafirimiz olacaksınız” , “Düğünümde mutlaka Urfa’ya bekliyorum” davetlerinde bulunmaları dahi kadının erkekle aynı sofrada yemek yiyemediği, çocuğunu babasının yanında sevmesinin ayıplandığı bir ortamda sınıf mücadelesi içerisinde pratikten beslenen güven ilişkisinin en açık göstergelerinden biri olsa gerektir.
Sendikamızın bir sonraki adımı ise, Urfalı Arap inşaat işçileri arasındaki örgütlenmesini bundan sonra bu ilişki ağını daha kalıcı ve şantiyeler dışında da sürdürebilirliğini sağlayarak geliştirmek olacaktır…