Komünar Ruhunu Güncellemek

114

Oya Açan

1871 Paris Komünü, bugüne ve geleceğe ışık tutan adımlarıyla, proletaryanın ayağa kalkışının görkemi yanında yenilgisinden çıkardığımız dersler nedeniyle de hâlâ capcanlı. 

Takvimsel olarak 4 aylık bir kuşatmanın ardından “devlet olmayan bir devlet” kuran Komünarlar’ın 72 günlük iktidar serüvenini anlatır. Bu dört ayı, bu kısacık sürede yapılıp edilenleri anlatmak hem kolay hem de zordur. 

Toplumu emeğin özgürleşmesi temelinde örgütlemeye yönelik bu tarihsel girişim, sonrasına ışık tutan mirasıyla komünist ve devrimciler, devrim yapma iddiasıyla yola çıkanlar açısından çok değerlidir.

Burjuvazi sınıf olarak milliyetçiliğin temsilcisidir. Başka bir açıdan söylersek, milliyetçilik burjuva ulus devletlerin temel harcıdır. Fakat proletaryaya düşmanlık söz konusu olduğu zaman burjuvazi, yaratıcısı olduğu bu milliyetçiliğe tereddütsüz sırt döner. 

O noktada sınıf güdüleri ve ‘bilinci’ öne çıkar. Proletaryayı ezmek, proleter devrim riskini püskürtmek için o güne dek kanlı bıçaklı olduğu rakip ulus burjuvazileriyle kol kola girmekte tereddüt etmez.  

Öncesinde, Marx başta olmak üzere dönemin proletarya devrimcilerine sürgün hakkı tanımamaktan kendi burjuvazilerinin zulmünden uzaklaşmak için kaçabildikleri ülkelerde yaşamlarının zindan edilmesi gibi tekil örnekler dışında Komün’ün bastırılması bu alçaklığın ilk tarihsel örneğidir. 

Komün Fransa-Prusya Savaşı koşullarında doğmuştur. Komün’ü bastırmak söz konusu olunca o güne dek birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Fransız ve Alman burjuvazisi omuz omuza verir.

Yaşasın Komün

1870 Temmuz’u’nda patlak veren Fransa-Prusya (eski Almanya) Savaşı, olaylar zincirindeki ilk halkaydı. Fransız burjuvazisi proletaryanın içler acısı sefaleti pahasına büyüyüp zenginleşmişti. Ama kapitalizmin doğası gereği bu aynı zamanda bunalım birikimi demekti. İmparatorluk rejimi, içerdeki hoşnutsuzluğu bastırmak, kitlelerin dikkatini başka yönlere kaydırmak için bir dış macera arayışına girmişti. Fakat savaş Fransa için tam bir hezimetle sonuçlandı. İmparatorun kendisi bile esir düştü. İmparatorluk gümbürtülü bir şekilde çöktü.

4 Eylül’de Cumhuriyet ilan edildi. Geçici bir Ulusal Savunma Hükümeti kuruldu. Fakat burjuvazinin kurduğu bu hükümet gerçekte bir ulusal ihanet hükümetiydi. Asıl kaygısı Fransa’yı Almanlar’dan kurtarmak değil, Paris’i silahlarını bırakmayı reddeden işçilerden temizlemekti. Proletarya burjuvazi gibi hain değildi. Paris’i savunmak için canını dişine taktı. Barikatlarda Ulusal Muhafızlar, kadınlar ve çocuklar düzenli ordunun başaramadığı işi başardılar, Paris teslim olmadı. 4 ay boyunca Prusyalıların kuşatmasında kaldı. Başkent tam bir ekonomik çöküş içindeydi. En sert kışlardan biri hüküm sürüyordu. Yiyecek ve yakıt yoktu. Her gün ekmek ayaklanmaları patlak veriyordu. İşsizlik sınır tanımıyordu.

Savaş ulusal borcu iki katına çıkarmıştı. Vergileri korkunç bir biçimde şişirmiş ve ulusal kaynakları yiyip bitirmişti. Bu hesabı kim ödeyecekti? Burjuvazi proletaryayı işaret ediyordu. Almanlar karşısında süt dökmüş kediye dönen burjuvazi, işçi sınıfını silahsızlandırmak söz konusu olduğunda canavar kesilmişti. Ayaklanmayı bastırmak için Almanlarla bir pazarlığa girdi. 28 Ocak 1871’de burjuvazi Paris’i Almanların ayakları altına serdi.

Siyasal ve toplumsal iktidar

“Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur” der Lenin. Sınıf mücadelesinin bu temel yasasına uygun olarak hareket etmek devrimcilikle reformizm arasındaki temel ayrım noktalarından birini oluşturur. Fakat her kim Lenin tarafından formüle edilen bu ilkeyi dar bir yoruma tabi tutarak devrimi iktidarın ele geçirilmesine indirgerse o aslında ele geçirdiği iktidarı da kaybetme zeminine adım atmış demektir. İktidar sorunu tayin edicidir fakat ona bu özelliği kazandıran, bu iktidarı hangi yönde nasıl kullanılacağı sorusunun yanıtıdır. Dolayısıyla iktidarın ele geçirilmesi anlamına gelen siyasal devrim, toplumsal ilişkileri ve onları belirleyen temel dinamik olarak üretim ve mülkiyet ilişkilerini değiştirmeyi hedefleyen toplumsal bir devrim karakterini kazanmak zorundadır. Komün asıl olarak işte bunu başarmıştır. Dolayısıyla onu sadece proletarya diktatörlüğünün ilk somut tarihsel örneği olarak tanımlamakla yetinip onu sadece burjuva devlet mekanizmasını parçalama yönünde attığı adımlarla anmak dar ve eksik bir Komün kavrayışı anlamına gelir.

“Komün tipi devlet” tarihsel bakımdan proletaryanın ürünüdür ve bir geçiş döneminin siyasal biçimini ifade eder. İktidarın ele geçirilmesi proleter devrimin başarısı ve gelişimi açısından tayin edici ilk adımı oluşturur. Ele geçirilen iktidarın hangi temellerde nasıl örgütleneceği ise Marksist açıdan işin özüdür. Lenin bu yüzden “sınıf mücadelesinin kabulünü proletarya diktatörlüğünün kabulüne vardıran kimse Marksisttir”* der. Öyle ki, Marksizmin önderleri bile proletarya iktidarının örgütlenmesine ilişkin teorik tezlerini asıl olarak Komün pratiğinin çözümlemesinden çıkardıkları sonuçlar üzerine kurarlar. Komünist Manifesto’da tek değişikliği bu konuda yaparlar.

Nedir Paris Komünü? “Devlete ihtiyaç duyulan toplumlardan devletsizliğe geçiş halkası” olarak onun asıl işlevinin üretim ilişkilerinin ve toplumsal yaşamın sosyalist temellerde yeniden örgütlenmesi olduğu genellikle gözden kaçırılır ve proletarya diktatörlüğünü salt bir siyasal egemenlik biçimi, hatta baskı aygıtı olarak kavranır. Oysa Komün gerçeği farklı bir bütünlük olarak çıkar karşımıza. Komün’ün sosyal yaşamda hayata geçirdiği uygulamalar, işçi sınıfı ve emekçilerin hayatlarına hem de en can alıcı noktalardaki dokunuşları onu yüzeysel algıların çok üstünde bir yere oturtur.

Marx, Paris Komünü’nün en büyük başarısının “kendi işleyen varoluşu” olduğunu söyler. Komünarların gündelik çalışmalarının kökleşmiş hiyerarşi ve ayrımları -öncelikle de kol emeği ile sanatsal veya zihinsel emek arasındaki ayrımı- altüst etme tarzları uygulamaya koyabildikleri bütün yasalardan belki daha önemliydi.

Kendisini belirli bir coğrafyaya ya da ulusa değil tüm insanlığa ait gördüğü için İşçi Cumhuriyeti ya da Evrensel Cumhuriyet olarak tanımlayan bir iktidar olarak Komün, sadece yaşanırken değil yüzlerce yıl sonra bile sadece kendisini tanımladığı sıfatlarla değil, siyasal iktidarı ele geçirmek için harekete geçen enternasyonal devrimciler için de esin kaynağı olmuştur: “Gözüpek bir enternasyonalizm eylemi olarak Komün’ün büyüklüğü sadece bayrağı altındaki Polonyalıların ya da İtalyanların sayısıyla değil, teori ve pratik arasında ülke sınırlarını aşarak kurulmasını teşvik ettiği bağlarla ölçülebilir.”**

Katliamdan kurtulmuş bir Komünar olan Arthur Arnould, Komün’ün farkını şöyle tanımlar: “Paris Komünü bir ayaklanmadan ÖTE bir şeydi, BAŞKA bir şey… Bir ilkenin ortaya çıkışı, bir siyasetin olumlanmasıydı. Kısacası devrimler arasında bir devrim değil, bayrağının kıvrımlarında bütünüyle özgün ve karakteristik bir program taşıyan yeni bir devrimdi.” (agy, sf. 40)

İşçi sınıfı, köylülük ve ezilenlerin isyanıyla iktidarın ele geçirilmesi henüz işin başıdır. Eşzamanlı olarak siyasal devrimin toplumsal bir devrimle örülmeye başlanması Paris Komünü’nün ayırdedici niteliklerinden biridir. “Komün tipi devlet” olarak tanımlanan proletarya diktatörlüğünün zorunluluğu ortadadır. Engels, “toplumsal devrimin ilk işinin otoritenin ortadan kaldırılması” olması gerektiğini söyleyenlere devrim denilen şeyin ne olduğunu anlatırken şu tarihsel dersi verir: “Bu baylar hiç devrim görmüşler midir? Devrim, elbette ki en otoriter olan şeydir; bu, nüfusun bir bölümünün kendi iradesini nüfusun öteki bölümüne tüfeklerle, süngülerle ve toplarla -akla gelebilecek bütün otoriter araçlarla- dayattığı bir eylemdir ve eğer muzaffer olan taraf yok yere yenik düşmek istemiyorsa bu egemenliğini silahlarının gericiler üzerinde yarattığı terör ile sürdürmelidir. Paris Komünü, silahlı halkın otoritesini burjuvaziye karşı kullanmamış olsaydı bir gün olsun dayanabilir miydi? Tersine, Paris Komünü’nü bundan yeterince yararlanmamış olmakla suçlamamız gerekmiyor mu?”*** 

Komün neyi/neleri başardı?

Komün tipi devletin karakteristik özelliklerinin başında, burjuva devlet cihazını parçalamak gelir. Bunun için tüm devlet görevlilerinin seçimle belirlenmesi ve kendilerini seçenler tarafından her an görevden alınmalarının mümkün olması ilkesi hayata geçirilir. İsterse en yüksek mevkide yer alsın hiçbir devlet görevlisine ayrıcalık tanınmayacak, maaşları da ortalama bir işçi maaşını geçemeyecektir. Bu, bir ayrıcalık sistemi olan bürokrasiye indirilen öldürücü bir darbedir.

İktidara el koyar koymaz sahipleri tarafından terk edilen fabrikaların işçiler tarafından işletilmesine karar veren, konut kiralarını düşüren, fırınlarda gece çalışılmasını, tefeciliği ve faizi yasaklayan, borç karşılığı rehin verilen tüm eşyaları sahiplerine karşılıksız iade eden bir iktidardır Komün yönetimi. Kilisenin elindeki mülkiyete el koymakla kalmayıp din adamlarının ayrıcalıklarına son verir, din ve devlet işlerini birbirinden ayırır, okul eğitimini kilisenin tekelinden alıp herkes için parasız ve zorunlu hale getirir, kiliselerin dinsel faaliyetlerinin sürdürülebilmesini kapılarını akşamları politik toplantılara açma koşuluna bağlayan bir iktidardır Komün aynı zamanda.

Eğitimi dönüştürme işine girişen Komünarların attığı ilk adım, öğrencilerin üçte birinin dini okullara gittiği, üçte birinin de hiçbir okula gitmediği bir şehirde Katolik Kilisesi’nin okullar üzerindeki boğucu baskısını kırmak olur. Komün tarafından seçilen bir komisyon bütün Kilise okullarını kapatıp okul binaları ve çevresinden bütün haçları, heykelleri ve dini ikonları kaldırtır.. Komün sırasında şehrin her kesiminde kamusal eğitim işini örgütleme konusunda başlıca rolü Enternasyonal üyeleri oynar.

Paris Komünü, düzenli ordu ve polisi dağıtarak yerlerine bütün halkın silahlanmasını geçirir. Silahlanma ve silah kullanma yetkisi -tıpkı diğer devlet görevleri gibi- belirli kesim ve kurumlara tanınan özel bir ayrıcalık konusu olmaktan çıkarılıp bütün işçi ve emekçilere tanınır. Komün tipi devlet örgütlenmesinin ayırt edici özelliklerinden bir başkasını da ‘yasama ve yürütme faaliyetlerini birleştirmek’ oluşturur. Onun bu özelliği, halkın iradesini temsil ettiği yanılsaması yaratan burjuva parlamentarizmi ve temsili demokrasiden radikal bir kopuş anlamını taşır.

Geleceği biçimlendirecek düş: Politeknik eğitim

Herkesin bildiği gibi Komün topu topu 72 gün sürmüştür. Fakat o kısacık süre içinde gerçekleştirdiklerinin çoğu, insanlığın kurtuluşuna giden yolda henüz gerçekleşmemiş devrimler için dahi yol göstericidir. Sadece ‘yönetim’ işlerini ayrıcalık ve üstünlük konusu olmaktan çıkarmasıyla değil teoriyle pratik, kafa ile kol emeği ayrımı gibi kapitalizmin “işbölümü” adı altında yarattığı yabancılaşma biçimlerini yıkmaya yönelen, onların tam zıddı eksende örgütlenen bir toplumsal yaşam pratiğidir Komün. Bu varoluş biçimini Marx, “Komün’ün en büyük başarısı” olarak tanımlar.

Kreşlerden başlayarak çocuklara çok yönlü bilgi ve beceriler kazandırmayı amaçlayan politeknik bir eğitim sistemini yaşama geçirir. Kafa ve kol emeği ile sanatsal ve zihinsel emek arasındaki ayrımları ortadan kaldırmaya yönelir. Siyasal devrimin toplumsal devrimle savaşın ve hayatın içindeki bu bütünleşmesi insana muazzam bir coşku kazandırır.

Geleceğin yetişkinleri çocuklar en mutena yere yerleştirilir ve onların hayatı titizlikle, adeta ilmek ilmek dokunur. Bugün Fransa’da hâlâ yürürlükte olan kreşler sistemi ilhamını Komün’den alır. Geleceği biçimlendirmek için her şey düşünülmüştür: “Asla siyah ve koyu renkli elbiseler giymemeleri gereken bakıcılar, tek bir işle uzun süre uğraşmaktan bıkmasından veya yorgun düşmesinler diye, ‘çocuklara mümkün olduğunca sadece neşeli ve genç kadınların bakması önemli olduğu için’ dönüşümlü olarak çalışacaklardı. İşçi sınıfı mahallelerinde, fabrikaların yakınlarında dört bir yana kreşler yapılacaktı; dinle ilgili her şey çıkarılıp yerlerine hayvanlar ve ağaçların resim ve heykelleri hatta küçük çocukların ‘en büyük illeti’ olan sıkıntıyla baş etmeye yönelik ‘kuşlarla dolu bir kuşhane’ konacaktı.” (agy, sf. 53 )

Çocukların bakımıyla ilgilenecek insanların giyimi konusunda bile kafa yormuş bir yönetimin çocuk ruhuna ne kadar nüfuz ettiği, hayal gücü ve insanlaşma yolunda nasıl büyük bir atılım içinde olduğu konusunda fazla söze gerek yok herhalde. 

Komün’ün okul eğitimi ile ilgili yaklaşımlarının önemli bir bölümünün temelinde, “bütünsel eğitim” kavramı vardı -erkek ya da kız bütün çocuklarının zihinsel yönden olduğu kadar beceri yönünden de gelişmelerini sağlamayı hedefleyen bir yönelimdi bu: “Çocuk küçük yaştan itibaren okul ile atölye arasında gidip gelebilmelidir… Bir aleti ustaca kullanan biri kitap da yazabilmeli, hem de tutkuyla, bütün yeteneğini sergileyerek yazabilmelidir… Zanaatkar gündelik işlerine mola verip sanatsal, edebi veya bilimsel kültürle ilgilenebilmeli, bu yüzden üretici olmayı bırakmak zorunda kalmamalıdır.” Buradaki fikir, “eksiksiz insanlar olabilsinler, yani sadece elleriyle değil kafalarıyla da üretebilmek için bütün yetilerini kullanabilsinler” diye çocukların bütün yeteneklerini aynı anda geliştirmekti.

“Bütünsel” ya da politeknik eğitim, aynı anda hem işe yarar bir meslek öğrenme hem de işbölümünün neden olduğu ve eğitimliler-eğitimsizler ayrımına yol açmış olan uzmanlaşma zorlamasından kaçıp kurtulma arzusuna verilen cevaptı.

Komün yenildi ama…

Komün yenildi, kendisinden sonraki akışa esin ve cesaret kazandıracak kıran kıran bir savaşta dövüşerek yenildi. Marksizmin önderleri Komün’ün en büyük zaafını merkeziyetçilik ve otorite zaafı sergilemesinde görürler. Bunlara örnek olarak da “iç savaşa yol açmamak” gerekçesiyle Versay askerlerinin Paris’ten çıkmalarına izin verilmesini, ortada bir yetki ya da güven boşluğu olmadığı halde Ulusal Muhafız Merkez Komitesi’nin Komün tarafından tekrar yetkilendirilmek üzere görevini erken bırakarak bir iktidar boşluğu yaratmasını ve Fransa Merkez Bankası’na el konulmamasını verirler.

Gerek 1871 koşullarında gerekse günümüzde bir ulus bir ülke ya da bir halk özel mülkiyet sistemine darbe indirdiği gün ondan türeyen, onun ürünü olan her şeyi, her ilişki biçimini her kurumu… hepsini karşısına almış demektir. Dolayısıyla hiçbirini dışarda bırakmadan hepsine saldırıp parçalamak gerektir. Her şey birbirine bağımlıdır; nasıl bütünü değiştirmeden tek bir şeyi değiştirmek mümkün değilse bütünü değiştirdikten sonra hiçbir şey bundan azade olmayacaktır. 

(*) Devlet ve İhtilal, Lenin

(**) Ortak Lüks, Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi, Kristin Ross, Metis Yayınları

(***) Otorite Üzerine, Seçme Yapıtlar, 2. cilt, Sol Yayınları, Temmuz 1977, sf.451-452, abç