Ekim 1917: Devrim Neden Rusya’da Oldu?
H. Selim Açan
“Buz kırıldı, yol açıldı!..”
Lenin, Ekim Devrimi’nin tarihsel anlamını anlatmak için kurar bu cümleyi. Kısa ve sadedir. Sadece bir tespitin ifadesi olmakla kalmaz, o yalınlığına karşın sınıfların ortaya çıkışından 1917’ye kadar geçen binlerce yıllık bir tarihin özeti niteliğindedir: “Biz başlangıcı yaptık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna kadar vardırırlar, bunun önemi yok” der. Bu anlamda o tespit bir geçmiş muhasebesi olmaktan çok geleceği müjdeler: “Önemli olan buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır.” (Bir Başlangıcın İzinde)
Lenin, olağanüstü açıklıktaki o tarih kavrayışı ve devrimci sezgileri sayesinde Ekim’in başına gelecekleri de öngörür: “Bırakın burjuvalar ve pasifistler, generaller ve küçük-burjuvalar, kapitalistler ve ikiyüzlüler, tüm imanı bütün Hıristiyanlar, İkinci ve İki-buçukuncu Enternasyonal’in bütün şövalyeleri bu devrime kızgınlıklarını kussunlar. Onlar, (…) bu tarihsel gerçeği hiçbir kızgınlık, iftira ve yalan seliyle değiştiremeyeceklerdir” der. Elbette Ekim Devrimi’nin o kesitteki düşmanlarından söz etmektedir ama tanım o kadar isabetlidir ki 1989 sonrası karşımıza bir kez daha dikilen Ekim düşmanı koalisyonu yıllar öncesinden haber vermektedir adeta. Özneler aynıdır. “Kızgınlık, iftira, yalan seli” aynıdır. Öyle ki İkinci ve İki-buçukuncu Enternasyonal’in günümüzdeki takipçisi şövalyelerin çiğnedikleri sakızlar dahi değişmemiştir: Ekim bir darbedir… Teoriye de uymayan anakronik bir gelişmedir… Tarihin olağan akışına yapılan iradi bir müdahaledir… Proleter devrimin öncelikle sanayinin, dolayısıyla işçi sınıfının en fazla geliştiği Avrupa ülkelerinde birleşik bir devrim şeklinde mümkün olacağını ileri süren Marx ve Engels’in görüşlerinden sapmadır… Zaten o yüzden yoldan çıkmış, sonuna kadar gidemeyip geri dönüşle sonuçlanmıştır… vb.
Ekim’in ve sonrasındaki sosyalist inşanın kazanımları, dünya proletaryası ve ezilen halklara esinledikleri yoktur, daha doğrusu katrana bulanır bunların o çooookkk devvvv-rrrim-ci tahlil ve yargılamalarında. Aynı şekilde Rus komünistleri, 1917’de de 1925’te de Avrupa’dan -özellikle Almanya’dan- bekledikleri devrimin yardımlarına gel(e)meyeceği bütün açıklığıyla ortaya çıktıktan sonra ne yapmalıydılar sorusunun yanıtı da yoktur bu çok bilmişlerin devrimci ruhtan yoksun teori paralamaları ve didiklemelerinde.
*****
Poulantzas, I. Emperyalist paylaşım savaşı sonrasının Avrupası’nda üç ülkeyi “zincirin zayıf halkaları” olarak tanımlar: Almanya, İtalya ve Çarlık Rusyası. Bunlardan Almanya, savaşta yenilmekle kalmamış aşağılayıcı ağır koşullar içeren Versay Antlaşması’nın boyunduruğu altına girmişti. İtalya, savaşın galipleri arasında yer almakla birlikte beklediği ölçüde ganimet sahibi olamamıştı. Savaşın yol açtığı yıkım ve can kayıplarının üzerine binen yokluklar ve yoksulluk nedeniyle her iki ülke derin bir siyasal ve toplumsal kriz içindeydi. İkisinde de grevler, “Savaşa son” talebiyle yapılan gösteriler, kadınların ekmek isyanları, cephede asker isyanları… daha savaş bitmeden başlamıştı. 1916 yazında Almanya’nın birçok kentine yayılan yiyecek kıtlığını protesto eylemleri Hamburg, Leipzig, Offenbach gibi kentlerde yağmalama eylemlerine dönüştü. 1917’nin yaz aylarına girildiğinde sınıfın ve emekçi kitlelerin eylemleri yaygınlaşmakla kalmayıp siyasallaşmış ve militanlaşmıştı. Ekmek ve yiyecek kıtlığını protestonun yanında savaşa son verilmesi, siyasal tutsaklara özgürlük ve seçimlerin yapılması gibi siyasal talepler ileri sürülür oldu. 1917’de İtalya’nın Turin kentinde olduğu gibi bazı yerlerde barikat savaşları patlak verdi. İtalya’da sadece işçi sınıfı değil köylü kitleleri de ayaktaydı. Kentlerde ve kırlarda yayılıp büyüyerek 1920 yılında patlayacak olan büyük grev dalgasının, Konsey Hareketi ve köylü isyanlarının ayak sesleri duyuluyordu. Uzun sözün kısası nesnel koşulların olgunlaşma düzeyi Almanya’da da İtalya’da da Rusya’dan çok daha ileriydi.
Peki buna rağmen devrim neden üstelik hem kapitalizmin gelişme düzeyi hem de gelişkin bir sınıf mücadelesi deneyimine ve güçlü komünist partilere sahip Almanya ve İtalya’da değil de Çarlık Rusyası gibi kimsenin -hatta Lenin’in dahi- ummadığı Rusya’da oldu?.. (Çarlık rejimini alaşağı eden Şubat Devrimi patlak vermeden bir-iki hafta önce İsviçre’de yapılan bir toplantıda dinleyiciler Lenin’e “Rusya’da devrimin ne zaman gerçekleşebileceğini” sorarlar. Lenin, “Bizlerin göremeyeceği kesin ama umarım torunlarımız görür” mealinde bir yanıt verir.) (*)
Ekim Devrimi’ni yargılama yarışına çıkan İkinci Enternasyonal mirasçıları bu soruyu pek sormazlar kendilerine. Ekim Devrimi’ni, onun şahsında Lenin’i ve Bolşevikleri, Stalin yoldaşın önderlik ettiği sosyalizmi inşa sürecini sorguladıkları kadar sorgulamazlar Almanya ve İtalya’da o tarihsel fırsatların neden ve nasıl kaçırıldığını?
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht şahsında Spartakistler elbette sadece Alman proletaryasının değil dünya proletaryasının yüz akı ve gurur abideleridir. Spartakist devrimin yiğitliğine saygımız elbette büyüktür. Fakat bu saygı, “Bizimkiler Almanya’da neden o kadar geç kaldılar? Özellikle Rosa, kitle inisiyatifinin önemine dair yerinde vurgular yaparken o inisiyatife yol gösterecek öncü rolün önemini fazla mı gözden kaçırdı?.. Sonunda kendilerinin de katili olan çürümüş Sosyal Demokrat Parti’den kopmakta çok mu geç kaldılar?..” vd. sorularını sormamıza engel olmamalıdır. Düne dönük yargılama ve mahkûm etme amacıyla değil bugün ve gelecek açısından ders çıkarma amacıyla aynı sorgulama İtalyan komünist hareketi için de yapılmalıdır.
Hazır yeri gelmişken bu kıyaslamada saklı -günümüz açısından da kulağımıza küpe olması gereken- tarihsel bir dersin daha altını çizelim: Ekonomik ve sosyal kriz ne kadar derin olursa olsun devrimci bir öncüden mahrumsa kendiliğinden devrime evrilmez. Dahası burjuvazinin yönetme deneyimi ve olanaklarının fazlalığı nedeniyle tam tersi daha fazla olanaklıdır. Tarihsel sorumluluklarının hakkını layıkıyla veremeyen komünistlerin ve devrimcilerin bıraktığı boşluğu -günümüzde olduğu gibi- pekala faşistler doldurabilir. 1917’nin zayıf halkaları olarak Almanya ve İtalya ile Rusya’daki gelişmenin taban tabana zıt yönlerde olması bunun en açık kanıtıdır.
*****
Biz yine konumuza dönecek olursak, devrim neden Rusya’da oldu?
Proleter devrim ve sosyalizm düşmanları, indirgemeci düz bir mantıkla bunu Rusya’nın iktisadi ve sosyal geriliğiyle Çarlık rejiminin çürümüşlüğüne bağlarlar. Köylülüğün ağır bastığı bir toplumda önce Çarlığa, arkasından kapitalist özel mülkiyet düzenine son veren devrimlerin nasıl mümkün olabildiğini açıklamak şurada dursun büsbütün anlaşılmaz hale getirir ilk iddia. İkincisinin altı da aynı ölçüde boştur. Çarlık rejiminin çürümüşlüğü ve savaşın bu gerçeği en geri kitlelerin dahi gözüne soktuğu doğrudur ama aynı gerçek -mevcut rejimlerin çürümüşlüğü- Almanya ve İtalya için de fazlasıyla geçerlidir.
Tartışılmaya değer bir değerlendirme örneği olarak Gramsci’yi anabiliriz. Ekim Devrimi’ni duyar duymaz kaleme aldığı bir makalede Gramsci “olaylar ideolojiyi aştı” değerlendirmesinde bulunur. İtalyan Sosyalist Partisi (PSI)’nin yayın organı Avanti’nin 24 Aralık 1917 tarihli sayısında yayınlanan makale Kapital’e Karşı Devrim başlığını taşır. Gramsci’nin bu değerlendirmesini, Marx ve Engels’in kapitalizm çözümlemeleri ve proleter devrimin gelişme seyrine dair öngörülerinin boşa düşmesi olarak yorumlamak da mümkündür (ki başlık bu çağrışımı yapar), fakat hayatın akışı-sınıf mücadelesinin seyri sırasında “teori gridir dostum oysa yaşam ağacı yemyeşil” sözünü doğrularcasına kimsenin beklemediği sonuçlarla karşılaşmanın mümkün olabileceğini dile getiren diyalektik bir yaklaşım olarak da.
Ekim Devrimi’nin karşıtları/sorgulayıcıları arasında ilk yorumun rağbet gördüğünü söylemeye gerek yoktur herhalde. Halbuki Gramsci, Marx’ın “önceden görülebilecek olanı öngördüğünü” teslim eder makalesinde. Hatta “Avrupa’nın büyük güçleri arasında bir hesaplaşma, bir savaş olacağını da öngördüğünü” belirtir fakat “savaşın bu kadar uzun süreceğini veya bu sonuçları doğuracağını önceden göremediğini” söyler. “Başka bir deyişle tarifsiz acılar ve sefalet içinde geçen üç yıllık bir dönemde, bu savaşın Rusya’da böyle kolektif bir halk iradesi doğuracağını önceden görememişti(r) ve aslında görmemesi de doğaldı(r.)” der. (Aktaran İlker Aktükün, 1917 Ekim Devrimi Neden Rusya’da Gerçekleşti, İktisat Dergisi, sayı: 538, sf:18-19)
Gramsci’nin değerlendirmesi, Marksizm ve Ekim Devrimi karşıtlarının göstermeye çalıştıkları gibi gerici bir muhteva ve amaca sahip değildir fakat ciddi bir tek yanlılık, dolayısıyla yanılgıyla maluldür. O kesitte kimsenin Rusya’dan ummaması anlamında hem Şubat hem de Ekim Devrimi “sürpriz” sayılabilir fakat bu sürprizin tek ya da esas nedeni savaşsa, onun yol açtığı acılar, yokluk, ekonomik-sosyal-moral yıkımsa o zaman Ekim neden tek kalmıştır? Savaşın nesnel zemini olgunlaştıran hızlandırıcı bir faktör olduğu gerçeğini (“savaşın katalizör rolü”) kuşkusuz inkar edemeyiz. Fakat aynı şey diğer ülkeler için de geçerlidir. O halde?…
1917 koşullarında proleter sosyalist devrimin neden Rusya’da olduğuna dair yargılayıp mahkûm etme amacı taşımayan dikkate değer başka açıklamalar da vardır. Sonucu belirleyen tayin edici etmenin rolünü ıskalamak ya da hak ettiği ölçüde vurgulamakta yetersiz kalmakla birlikte bunlar o muazzam tarihsel olayı mümkün kılan nesnel ve öznel koşullar bütünlüğünü daha eksiksiz görmemizi sağlayacak unsurlar içerir. Bu anlamda ufuk açıcı bir özellik taşırlar.
O sonucu mümkün kılan sosyo-ekonomik koşulların 1689-1725 yılları arasında hüküm süren Büyük Petro tarafından başlatılıp arkası özellikle 1762 yılında tahta çıkan II. Katerina ve 1861’de serfliği kaldıran II. Alexandre (1855) tarafından getirilen ekonomik-sosyal reformlar (“otoriter modernleşme”) tarafından hazırlandığı tezi buna örnek olarak verilebilir. 1700’lü yılların sonunda başlayan sanayileşme hamlesi Rusya’da işçi sınıfının doğumunu sağlamakla kalmaz, bu geç sanayileşme hamlesinin seyir çizgisi (üretim örgütlenmesi ve teknik bakımlardan başkalarının daha önce geçmek zorunda kaldıkları etapları atlayarak daha ileri noktalardan işe başlayan ‘eşitsiz ve bileşik gelişme’) ülkenin özellikle Avrupa’ya yakın Batı bölgesi ve Kafkasya’da, Petersburg, Moskova, Odesa, Kiev, Riga, Bakü, Kazan, Taşkent, Tiflis gibi belirli merkezlerde toplanmış bir proleter yoğunlaşmayı beraberinde getirir. Bu yoğunlaşma, toplam nüfus içinde hâlâ azınlıkta kalmakla birlikte Rusya işçi sınıfına nüfusa oranıyla karşılaştırılamayacak kadar büyük bir ekonomik rol ve siyasal ağırlık kazandırır. Öyle ki Kautsky, Tarihsel Materyalizm ana başlığını taşıyan çalışmasının Amerikan İşçileri üzerine olan bölümünde ABD’yi kapitalist sınıfın Rusya’yı ise işçi sınıfının “başka hiçbir ülkede görülmeyecek ölçüde haddinden fazla gelişmiş” istisnai örnekler olarak tanımlar (Aktükün, agm).
1905 Devrimi yanında 1917’de hem Şubat hem de Ekim sosyalist devrimi sırasında Petersburg ve Moskova başta olmak üzere andığımız sanayi merkezlerinin oynadıkları rol göz önüne getirilecek olursa burada özetlediğimiz nesnel faktörün Ekim Devrimi’nin başarıya ulaşması üzerindeki payını görmezden gelemez hatta küçümseyemeyiz. Fakat yanıtını aradığımız sorunun cevabı bu mudur denecek olursa buna tereddütsüz hayır deriz. Çevreleyen, sonucu kolaylaştıran etkenler bahsinde sayılabilecek başkaları da vardır. Ama hangisini baz alırsak alalım bunların hiçbiri bize tayin edici etkeni vermez.
*****
“Devrim neden Rusya’da oldu” sorusuna Rosa’nın verdiği yanıt bizi çözüme yaklaştırır: “Bolşevikler cüret etti ve başardı” der Rosa.
O cüret, Spartakistler başta olmak üzere dönemin çürümemiş bütün komünistlerinde vardır kuşkusuz. Fakat Lenin’in önderlik ettiği Bolşevik cüretin farkı şuradadır: Kritik an ve kesitlerde devrimci ilkelere bağlı kalan kararlı bir tutum olarak kendini göstermekle birlikte yeterli hazırlıktan yoksun, bu anlamda tarihsel bakımdan ‘anlık’ sayılabilecek parlamalardan farklı 1903’ten itibaren dantel gibi adım adım örülen bir hazırlık ve arka plana sahiptir. Ne 1905 yenilgisinin ne arkasından kabaran tasfiyeci döneklik dalgasının ne Enternasyonal’de parmakla sayılabilecek kadar küçük bir azınlığa düşmenin (1915 Eylülü’nde yapılan Zimmerwald Konferansı’na katılabilen delegeler 4 posta arabasına sığacak kadar azdır) ne siperlerde emperyalist savaş karşıtı propaganda yapan parti militanlarının başlarının dipçik ya da taşla parçalanmasının ne Bolşeviklerin Sovyetler’de dahi uzun süre azınlıkta kalmalarının sarsamadığı, zayıflatamadığı, tarihsel hedef açıklığını bulanıklaştırmadığı bir devrimci iradenin kazandırdığı cürettir bu.
Rus devriminde Lenin’de cisimleşir bu irade. Ama sadece Lenin’e has, Lenin’le başlayıp onunla biten şahsi bir özellik değildir. Lenin’in yolundan yürüyen Leninist tarzda devrimciliğin temel karakteristiği, bir anlamda alamet-i farikasıdır. İktidarsız liberal mıymıntılık, kararsızlık ve yalpalamalarla karakterize olan küçük burjuva devrimciliği, zorluğa ve disipline gelemeyen gelgeç hevesli yol arkadaşlığı yabancıdır devrimde ve devrimcilikte ısrarlı bu iradeye. Dahası o böylelerine aşırı hayalci volontarist bir tutum olarak görünür, huzur kaçırıcı ve tehlikeli bulurlar, bu yüzden ondan nefret ederler.
*****
1917 Şubatı’nda gerçekleşen demokratik devrimin Ekim Sosyalist Devrimi yönünde ilerletilmesinde Lenin’in tayin edici bir rol oynadığı gerçeğini hemen herkes teslim eder. Fakat bu rol genellikle Şubat’ta sonuca ulaşan demokratik devrimin fazla zaman kaybetmeden sosyalist devrim yönünde ilerlemesi gereğini gündeme getirdiği Nisan Tezleri ile ayaklanmanın vaktinin geldiğinde ısrarlı olduğu Ekim günlerindeki cüretkâr tutumuna indirgenir.
Başka bir anlatımla Lenin’in Ekim sürecinde oynadığı rol, tayin edici kimi an ve konulardaki müdahalelerinden ibaretmiş gibi bir tablo çizilir ve çoğu zaman bunlar da birbirlerinden koparılarak kompartımanlaştırılır.
Halbuki Lenin’in sadece Ekim sürecinde oynadığı rol değil, öncesi ve sonrasıyla onun yaşamında cisimleşen devrimci önderlik, sınıf mücadelesinin sadece şu ya da yönünde yetkinlikle sınırlı olmayan bir teori-siyaset-örgüt-pratik bütünlüğü taşır. Dediğimiz gibi bu bütünlük bazı kesitlerle sınırlı değildir. Kendisini sadece devrimin yükseliş dönemlerinde değil her şeyin ters gittiği geri çekilme ve yenilgi dönemlerinde de gösterir.
Şubat’tan Ekim’e ilerlenen sürecin iniş-çıkışları sırasında da tanık oluruz bu önderlik tarzının etkileyici bütünlüğüne:
Şubat Devrimi’ni duyar duymaz bir an önce Rusya’ya dönmenin yollarını arayıp bulan pörsümemiş bir devrimci refleks biçiminde karşımıza çıkar; Nisan’da bizzat kendisinin formüle ettiği devrim stratejisini körü körüne sürdürmekte ısrarlı bir dogmatik tutuculuğa düşmemekle kalmayıp ona kendi tezleriyle karşı çıkan en yakınındaki yoldaşlarıyla bile kopmayı göze alan teorik önderlik yönü ön plandadır; Temmuz-Ağustos kesitinde partiyi erken bir hesaplaşmaya zorlayan Kerenski hükümetinin kışkırtmalarıyla Kornilov ayaklanması sırasında akılcı bir soğukkanlılıkla hareket eden taktik önderlik ustalığını konuşturur; Ekim günlerinde “Dün erkendi, yarın çok geç olur” netliğiyle hareket eden tarihsel bir devrimci cüret biçimini alır; öncesinde olduğu gibi Ekim günlerinde de ayaklanmanın örgütlenmesinden tutalım şu ya da bu konudaki en ince detaylara dahi kafa yoran yetkin bir pratik devrimci öncülük sergiler; dogmatizmin tutsağı olmayan teorik güven tarihsel perspektif açıklığıyla da birleşerek köylü/toprak sorununun çözümünde olağanüstü bir esnekliğe dönüşür ve Lenin hep partilidir, her zaman her konuda partiyi de ikna edip ileri itmekte ısrarlı örgütlü bir devrimciliktir.
Bunlardan birini çekip alın ne Lenin Lenin olur ne de Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi mümkün olurdu. Kitlelerin inisiyatifi ve kendiliğinden hareketin önemini Leninist öncülük anlayışına ve öncü parti düşüncesine karşı çıkacak ölçüde abartan Rosa’nın koşulların basıncıyla iyi hazırlanılmamış bir ayaklanmaya kalkışarak yiğitçe ölüme yürümesiyle Rusya gibi kimsenin ummadığı bir ülkede proleter devrimin başarıya ulaşması işte bu farkın sonucudur.
*****
Sonuç olarak 1917 Ekim Devrimi, nesnel koşulların kimsenin önceden öngöremeyeceği biçimde olgunlaşmasıyla bu olgunlaşmayı görmekle kalmayıp onu adım adım proleter sosyalist devrim yönünde ilerleten bir önderliğin devrimci iradesi, yaratıcılığı ve cesaretinin tarihte eşine ender rastlanan bir bileşkesini oluşturur.
Her kim onu bu bileşim bütünlüğü içinde değil de işin sadece nesnel koşullardaki olgunlaşma ya da sadece Lenin’in dehası ve yaratıcılığında cisimleşen öznel yönünü öne çıkararak okursa Ekim Devrimi’ni tek yanlı, dolayısıyla yüzeysel kavrıyor demektir.
(*) Komünist Enternasyonal’in Dördüncü Kongresi, İtalyan Sorunu üzerine aldığı kararda verir bu sorunun yanıtını: “Emperyalist dünya savaşının sonunda İtalya’daki nesnel durum devrimciydi. Burjuvazi ülkeyi yönetecek durumda değildi -burjuva devlet aygıtı sallantıdaydı ve egemen sınıf kendine güvensizdi. Geniş işçi kitleleri savaşa karşı öfkeyle doluydu ve ülkenin birçok yeri açık ayaklanma halindeydi. Köylülüğün önemli bölümleri toprak sahiplerine ve devlete karşı ayaklanmaya başlıyorlardı ve işçileri devrimci mücadelede desteklemeye hazırdılar. Askerler savaşa karşıydılar ve işçilerle kardeşleşmeye hazırdılar. Yani başarılı bir devrim için nesnel önkoşullar mevcuttu. Olmayan tek şey öznel faktördü: Kararlı, militan, bilinçli ve devrimci bir işçi partisi. Başka bir deyişle olmayan tek şey gerçek bir komünist partiydi.” (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal-Belgeler, 2. cilt, sf.421, abç, Maya Yayınları). Aynı kararda savaşa katılan neredeyse tüm ülkelerde benzer bir durumun olduğu ama bu çelişkinin İtalya’da çok daha çarpıcı biçimde görüldüğü vurgulanır.