Emperyalist Kapitalizmi Yaşatmanın Yolu: Savaş

114

Çiğdem Devran

“Bölüşüm ‘kuvvet oranının’ dışında olamaz. Ve kuvvet, ekonomik gelişmenin ilerlemesiyle değişir. 1871’den sonra Almanya, Fransa ve İngiltere’den üç ya da dört kat daha hızlı güçlenmiş; Japonya ise, Rusya’dan hemen hemen on kat daha hızlı güçlenmiştir. Kapitalist bir devletin gerçek gücünün sınanmasında savaştan daha başka bir yol yoktur ve olamaz da. Savaş, özel mülkiyet ilkeleriyle çelişmez – tersine, bu ilkelerin doğrudan ve kaçınılmaz bir sonucudur. Kapitalizm koşullarında tek tek girişimlerin ya da tek tek devletlerin eşit ekonomik büyümesi olanak dışıdır. Kapitalizm koşullarında dönemsel olarak bozulan dengenin yeniden kurulmasında, sanayide bunalımdan ve siyasette de savaştan başka bir araç yoktur.” (Marx-Engels-Marxizm sf: 236-240 Sol yayınları)

Lenin, 1915’lerde partinin yurtdışı birimlerinde tartışılan Avrupa Birleşik Devletleri yaklaşımının yanlışlığını vurgularken emperyalistler arası eşitsiz gelişim, rekabet ve hegemonya savaşıyla özel mülkiyet bağlantısına dikkat çeker. Savaşları, burjuva devletlerin savaş seviciliğinin değil kapitalizmin bozulan dengesini rayına oturtma gereğinin zorunlu kıldığını sergiler. 

Neoliberal birikim modelinin iflâsının ardından kapitalist sistem bugün kendisini her alanda yeniden yapılandırma ihtiyacı ve zorunluluğuyla karşı karşıya. Bunun belirginleşen biçimi olarak savaş ve faşizm tehlikesi büyüyor. Bu bağlantı içerisinde savaş hem emperyalist eksenler arasında hem de her ülkede kapitalist sistemle emekçi halklar arasında sürüyor. 

Bunama belirtileri arttığı için başkanlık seçimlerinden çekilmeye mecbur bırakılan ABD Başkanı Biden, emperyalist devletlerin savaşa neden ihtiyaç duyduklarını büyük bir arsızlıkla dile getiriyor:

 Bu bize bazı gerçek değişimler yapmamız için ciddi fırsatlar sunuyor. Şu anda bir dönüm noktasındayız. Bu ancak üç dört nesilde bir ortaya çıkar. Bir güvenlik toplantısında üst düzey askeri personelden birinin bana dediği gibi 1940 ile 1945 arasında 60 milyon insan öldü. Ve o zamandan beri bir liberal dünya düzeni kurduk ve bu uzun süre gerçekleşmemişti. Şimdi ise her şeyin değiştiği yeni bir zamandayız. Yeni bir dünya düzeni uzanıyor önümüzde, oraya gidiyoruz ve buna liderlik etmemiz gerekiyor.” 

Kapitalist sistemin  dayandığı bu eşikte sözü edilen “gerçek değişim”in ne anlama geldiğinin de bunun ancak yoğunlaştırılmış şiddet yöntemleriyle sağlanacağının da gizli saklı bir yanı kalmadı. Bu bağlamda savaş Ukrayna örneğinde olduğu gibi sadece NATO ve Çin-Rusya ekseni arasında yaşanmakla kalmıyor; aynı zamanda daha derinlerde, emperyalist kapitalizmle dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları arasında yaşanıyor. Dünya proletaryası ve halklara karşı savaş bu bütünlükte sürüyor.

Sadece savaş mı ivmeleniyor?

Emperyalist kapitalizmin büyük buhranını savaş yoluyla çözme, sistemin belini doğrultma stratejilerinin karşıt dinamiklerin bariyerine çarpmadan ilerlemesi olanaklı değil. Bugün dünya çapında milyonlarca insan, savaşa ve faşizme karşı fren olacağını düşündüğü gösterilere, eylemlere, işgallere katılıyor. Ne var ki çok cılız bilinçli kesimler dışında savaş tehlikesi ve faşizmin yükselişiyle neoliberal politikaların bütünsel çöküşü, yerine de henüz yeni bir modelin kurulamayışı arasındaki bağlantı  yeterince görülemiyor. Güven verici devrimci bir eylem birliği, ittifak ya da cephe gördüğünde yönünü oraya da dönebilecek toplumsal kesimler, burjuva liberal ve reformist partilerin aldatıcı çıkışlarının peşine kolaylıkla takılabiliyor. Fakat bu bilinç bulanıklığına rağmen katıldıkları gösteri ve eylemlerde savaş karşıtı net bir anti-faşist tutum sergiliyorlar.

Bu anlamda sadece yeni bir emperyalist paylaşım savaşı ivmelenmiyor. Geçmiş dönemlerde Lenin başta olmak üzere komünistlerin “Emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek“ sloganında somutlanan devrimci olanakların zemini de güçleniyor. İktidar perspektifli devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütme potansiyelini de içeren, siyaseti ve pratiği bu perspektifle kurma fırsatlarının da çoğaldığı süreçlerin içinden geçiyoruz.

Bu tarihsel moment bizleri, kelebek etkisinin nerelere nasıl yayılacağını bugünden bilemeyeceğimiz bir ayaklanmalar, isyanlar, devrimsel gelişmeler döneminin açılışı olasılığını da içeren ikili karakterde bir sürecin özneleri haline getirdi.

Kaotik dönemlerin devrimci duruşunda tarihteki adımları takip edebilmek

Lenin’in emperyalizm teorisinin güncelliğini hâlâ koruyan değeri, onun sadece bir çözümleme olmakla kalmayıp pratiğe yol gösteren devrimci bir çözümleme olmasından kaynaklanır. Lenin emperyalizmi sadece sanayi sermayesiyle banka sermayesinin iç içe geçip ileri ölçülerde kaynaştığı tekeller çağı olarak tanımlamakla kalmadı. Artık herhangi bir kârla yetinemeyecek ölçüde büyüyüp azmanlaşan tekelci kapitalizmin azami kâr ihtiyacı ve yönelimiyle azami egemenlik peşinde koşması arasındaki bağlantıyı ortaya koydu. Dünyanın paylaşımının tamamlanmış olması nedeniyle eşitsiz gelişmenin yol açtığı yeniden paylaşım için savaşların dışında yol kalmadığı gerçeğinin altını çizdi. Tekellerin ortaya çıkışını savaşların önüne geçecek “akılcı-rasyonal bir kapitalizmin ortaya çıkışı” olarak yorumlayan Kautsky’nin “ultra emperyalizm”  teorisi gibi uyuşturucu oportünist tez ve görüşleri çürüttü.

Lenin’in emperyalizm çözümlemesinin diğerlerinden en önemli farkı, sadece yaklaşan felakete dikkat çekmekle yetinmeyip dönemin açtığı devrimci olanakları da sürekli vurgulamasıdır. Siyaseti ve pratiği yeni bir zeminde buradan kurmasıdır. Bu çözümlemeye bağlı olarak dikkatleri sürekli kendi aralarındaki çelişkilerle boğuşan emperyalist kapitalist sistemi en zayıf halkasından yakalamaya çekmesi, devrimin buralardan patlak verebileceğini vurgulaması onun yaklaşan savaşa karşı devrimin imkânını ve güncelliğini arama çabasının somut yansımalarıdır. (Kopacak en zayıf halkanın Rusya olacağını da o kesitte bilemezlerdi. Ama devrim bir yönüyle de bu yüzden yani devrimci öncüler bu perspektifle hareket ettikleri için Rusya’da oldu.)

I. Dünya Savaşı başlamadan hemen önce II. Enternasyonal’in önce Stuttgart ardından Basel’de “savaşa karşı savaşım“ ekseninde yaptığı toplantıda pratiğe yön vermek için hazırlanan bildirisi, Avrupa ve diğer ülkelerin özgün koşullarına göre görevlerin belirlendiği devrimci bir hazırlığın simgesidir: 

Enternasyonal, Stuttgart ve Kopenhag kongrelerinde, savaşa karşı savaşım için, bütün ülkelerdeki proletaryanın eylem kurallarını açıkça bildirdi: Bir savaş tehlikesine karşı tehdit altında bulunan bütün ülkelerdeki işçi sınıfı için, işçi sınıfının parlamentolardaki temsilcileri için, bir eylem ve düzenleme gücü olan Uluslararası Sosyalist Büro’nun yardımıyla kendilerine en uygun görünen ve doğal olarak sınıf savaşımının keskinliği ve genel siyasal duruma göre değişen bütün araçlarla savaşı önlemek için ellerinden gelen bütün çabayı göstermek bir görevdir. Ama gene de savaş patlarsa onu kısa zamanda durdurmak için aracılık etmek ve en geniş halk tabakalarını ayaklandırmak ve kapitalist egemenliğin düşüşünü hızlandırmak için, savaş tarafından yaratılan iktisadi ve siyasal bunalımdan var güçleriyle yararlanmak onların görevidir.” 

Fakat konferansın asıl tarihsel ve eskimeyecek önemi cüretindedir. Konferansa katılan 555 delege içinde sadece 6 delege Bolşevik‘tir. Fakat gerek ideolojik-siyasal içeriğin belirlenmesi sırasında daha sonra ihanete evrilecek titrek duruşların bertaraf edilmesinde bu altı delegenin ağırlığını koymasının önemi yadsınacak gibi değildir. Onun tarihte ve günümüzdeki en büyük öğreticiliği tam da bu cürettedir. Avrupa’daki  II. Enternasyonal partilerinin toplam üye sayılarının üç milyonu, sendikalarda örgütlü işçilerin sayısının 10 milyonu geçtiği o tarihsel kesitte niceliksel büyüklükten çok niteliksel  olarak devrimci bir çekim merkezi yaratmakta nasıl bir rol oynanabileceğini göstermesindedir. 

Bu kongrede yaşanan tartışmalar ve alınan kararlar, kısa bir süre sonra II.Enternasyonal partileri arasında sosyal-şovenizm ile enternasyonalizm temelinde yaşanacak derin ayrışmanın da habercisi olmuştur. Bu ayrışma, Lenin başta olmak üzere çubuğu kesintisiz bir biçimde devrimin imkânını ve güncelliğini aramaya büken, savaşa karşı mücadeleyi burjuvazinin bunalımını derinleştirme, kapitalizmin yıkılması olanaklarını büyütme temelinde ele alan, emperyalist savaşı ayaklanmalara ve iç savaşa evriltme çabasını gösterenlerle burnunun ucuna gelse dahi bu olanakları reddederek sosyalizme ihanet edenler arasındaki yarılmadır. 

Daha sonra II. Enternasyonal’in dağılmasına yol açan “Anavatanı Savunma“ adı altında kendi burjuvalarını destekleyen ihanet olmasaydı, savaşa karşı savaşımın seyri ve süreci etkileme şansı bambaşka olabilirdi.

Savaşı besleyen damarları hedeflemek

Emperyalist ülkelerin savaş politikalarına, militarizme, silah satışlarına vb. Karşı dönem dönem kitleselleşip militanlaşan dönem dönem cılızlaşan bir dinamik zaten bulunuyordu. Bu tepki kendisini genellikle savaş aygıtı NATO ve G7 zirveleri sırasında ortaya koyuyordu.Emperyalist savaşa karşı tepki ve öfke birikimi kendisini bugün daha çok milyonların sokaklara aktığı gösterilerle gösteriyor. Emperyalizmin maşası İsrail siyonizminin Filistin’de yürüttüğü hayasız soykırıma karşı başlangıçta sergilenen tutukluğun kısa sürede nasıl atlatılıp radikalleştiğini yaşayarak gördük. 

Tek başına da çok değerli ve anlamlı olmakla birlikte bu tepkiler sadece insancıl duygudaşlıktan kaynaklanmıyor. Bu insani duygular silahlanmaya ve savaşa ayrılan bütçe ve fonların faturası ödettirilen sınıf ve emekçilerin konut sorununun büyümesinden eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşüne, hayat pahalılığından işsizliğe, emeklilik yaşının yükseltilmesinden sosyal hakların budanmasına, toplu sözleşmelerin sıfır zamla bağlanmasından gelecek korkusuna kadar çoğalan tepki birikimine eklenmektedir. Bu birikim, savaş, faşizm ve ırkçılık karşıtı duruşu ileri çekip radikalleştiriyor. 

Emperyalist savaşa karşı duruşu kendi burjuvazisinin azami kârlarını katlamak için izlediği sömürü, soygun ve baskı politikalarına karşı mücadele ile birleştirme perspektifi, ayağını bu zemine basıp sıçrama potansiyelleri taşımaktadır. Bu zemin savaşa ve faşizme karşı örgütlenmenin, yeni eylem birlikleri ve cephe yönelimlerinin günümüzde ortaya çıkaracağı yeni birlik modellerinin de temelidir.

Dünya emekçilerinin yakıcı talepleriyle birleşen bir savaş karşıtlığı 

Savaşa karşı savaşımın tutarlı bir çizgide ilerlemesi, kapitalizmi temelden yıkmayı hedefleyen sosyalist devrimci bir çizgide örgütlenmesiyle mümkündür.  Halen içinde yer aldığımız ve genişletmeye çalıştığımız emperyalist savaş karşıtı ittifak ve eylem birliklerinin -mücadelenin gelişimine paralel şekillenecek savaş karşıtı daha geniş örgütlenmelerin- dünyada savaşa ve faşizme karşı sokakları dolduran her kesimden milyonları işçi sınıfının müttefikleri-dostları olarak sınıfsal bir perspektifle örgütlemeye zorlamak zorundayız. Bu, işçi ve emekçilerin her ülkede -giderek ortaklaşan- gündelik özgün talepleri ile savaş ilişkisinin kurulmasına özel ağırlık vererek olacaktır. 

Tutarlı devrimci bir savaş karşıtlığı, kendisini kapitalist sistemin savaşla kendini yenilemeye çalışma girişimlerini şu ya da bu yönüne karşıtlıkla sınırlayamaz. Kitlelerdeki her tepki ve öfkeyi sistem karşıtlığına, sosyalizmin güncelliği ve kaçınılmazlığı perspektifine yönlendiren, olanakları buradan ileri doğru zorlayan bir siyasal pratik hatta ilerlemek zorundayız. Mücadelenin diğer alanlarında olduğu gibi emperyalist savaşa karşı mücadelede de devrimci bir odak-çekim merkezi yaratma günün devrimci görevlerinin başında gelmektedir. 

O kesitte direnen kesimler ve koşullar ne olursa olsun faaliyetlerimizde işçi sınıfına ve sınıfın direnişlerine stratejik bir ağırlık vermek zorundayız. Savaş karşıtı mücadelede değişik tipte örgütlenmelere – eylem birlikleri, platform, ittifak, giderek cephe- kurucu olmaya çalışırken düzenlenen bütün gösterilere gitmek, radikalleşen dinamik kesimlerle ilişki, onların savaş karşıtı duruşlarını kavramaya çalışmak elbette çok önemlidir. Fakat kendimizi bu  kesimlerle sınırlamadan işçi sınıfına güncel ve stratejik bir ağırlık vermek zorundayız. Silah tekelleri başta olmak üzere emperyalist tekellerin faaliyetlerini dumura uğratacak, savaşan emperyalist blokların her bir adımını kendi kapasitesinin de ötesinde frenleyebilecek tek sınıf işçi sınıfıdır. Onun sözünü söylemesidir.*

2. Dünya savaşının arifesinde Dimitrov’un aşağıda söyledikleri, özellikle de sınıfın rolüne yaptığı vurgu günümüzde de yol göstericidir: 

“Şimdi savaş (..) tirtir tireyen küçük burjuvazi arasında yalnızca korku ve dehşet yaratıyor. Silah kullanılmasına, kan dökülmesine, ölüme vb. karşı yalnızca bir nefret uyandırıyorsa kendilerine şunu söyleyebiliriz: Kapitalist toplum daima ucu bucağı olmayan bir dehşettir.  Barış özlemi ve çabası komünistler için burjuva ve liberal pasifistlerin aksine sabırla cesaretle ve kıran kırana bir savaşım yürütmek demektir. Barışın sahibi proletarya ve onun yedekleyeceği emekçi kitleleri bu özlem doğrultusunda seferber etmeli, savaşın yol açacağı dehşete, acılara ve zulme karşı atılacak taşı olanın elini harekete geçirmeliyiz.” (Dimitrov, FKBC sf.64) 

***

*Yunan ve İtalyan işçilerinin 2022 yılı Mart’ında emperyalist savaşa karşı sınıf cephesinden en anlamlı direnişlere önderlik etmesi, dünyanın bütün direnenleri arasında moral ve sempati yaratması hafızalardadır. İtalya’da 2022’de Pisa’da Galileo Galilei havalimanı işçileri Ukrayna’ya gönderilen bir askeri hava kargosunu yüklemeyi reddettiler. Bunu Nisan 2022’de Yunanistan’ın 70 şehrinde gerici hükümete ve NATO’nun savaşına dahil olmasına karşı yapılan genel grev takip etti. Pire limanındaki tüm faaliyetler durdu. Ülkenin önemli büyük fabrikalarında, limanlarında, toplu taşıma ağlarında, mağaza ve market zincirlerinde kitlesel yürüyüşler ve grevler düzenlendi.  Aleksandrapolis’in (Dedeağaç) liman işçileri, Ukrayna Savaşı için gönderilecek ağır silahları gemilerden trenlere yüklemeyi reddetti. Bu direniş ve grevler, emperyalist savaşa karşı sınıfın sözünü söylemesinin yaratacağı sarsıntıya da pratik bir örnek oluşturdu.