Sağlamcılık politiktir
Burak Sarı
Tarihin zor bir evresinden geçiyoruz. Hiçbir evresi kolay değildi ama doğanın ve insanlığın yok oluş tehlikesini hissettiği bir dönem bu. Tam da o nedenle umutlu. Diyalektik düşünebilen kimse karamsar olamaz.
Bunca yabancılaşmanın içerisinde işçi sınıfının yol göstericiliğinin yanında, ötekileştirilen kesimlerin ayrımcılığa karşı mücadelesi de gelişerek büyüyor. Özellikle son yıllara damgasını vuran kadın ve LGBTQ+’ların mücadelesi bunun en somut örneği. Yılların mücadele deneyimi, kazanımlar elde ederek yürürken kendi kavramlarını da geliştirdi. 70’lerin ortasından itibaren gelişen sosyal model engelli hakları mücadelesi için de böyle bir yolu açtı. Hatta engelliliği sadece bir hak sorunu olmaktan çıkarıp kendi olma bilincini geliştirdi.
Organlardaki işlev farklılıklarının bir engel değil çeşitlilik olduğunu, bu farklılıkları engele dönüştürenin ise toplumsal sistem olduğu haklı tespitiyle çizdi rotasını. Mike Oliver, Britanya’da işçi sınıfının çalışma koşullarını inceleyerek; körlük sağırlık gibi birbirinden farklı özelliklerin engellilik başlığı altında toplanamayacağı ve böyle bir yönelimin endüstri devrimi sonrasında oluştuğunu belirtir. Sosyal modelin oluşumu sakatlık mücadelesinin yeni bir evreye geçişinin muştusudur. Bu zamana kadar hükmünü yürüten medikal modelin kişiyi eksik gören bakış açısına savaş açmıştır. Açtığı savaş sadece tıbbi modele karşı değil, sınıflı toplumun eşitsizliğine, yok sayılmaya, horlanmaya, eksik görülmeye karşı da bir savaştı bu…
Kısa sürede somut olaylarla kendisini göstermeye başladı bu yönelim. Sokak eylemleri, işgaller, propaganda araçları gibi çeşitli yöntemlerle gelişti. Bu gelişme öyle bir hal aldı ki sosyal model bile yetersiz kalmaya başladı. Yeni bir akım olarak “normalliği” sorgulayan bakış açıları oluştu. Tabii ki engelli mücadelesi de süreç içerisinde yeni kavramlarını yarattı diğer mücadeleler gibi. Bu kavramların en önemlilerinden birisi, bugün farklı kesimler tarafından da öğrenilen sağlamcılık (Ableism). Peki nedir sağlamcılık? Yeti farklılıklarını engel ve eksiklik olarak tanımlayanların, kendilerini engellilerden daha üstün kabul etmeleri. Bu tanımdan, belli kişilerin sağlamcı olduğu sonucu çıkarılabilir ama o kadar basit bir şey değil. Engelliliğin bir eksiklik olarak kabul edilmesi sağlamcı önyargıları doğuruyor. Yeti çeşitlilikleri dikkate alınmadığı için hayatın her alanı “Sağlamlara” göre dizayn ediliyor. Yapılması gereken düzenlemeler lüks olarak değerlendiriliyor ve en önemlisi kişinin ne yapıp yapamayacağına da başkaları karar verme hakkını kendinde görüyor.
Yani bugün tiksintiyle karşıladığımız ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ve göçmen karşıtlığı gibi ayrımcılık türlerinden bir farkı yok. Aynı şekilde insanlara zarar veriyor. Aynı kaynaktan besleniyor. Zaten bu yazının konusu da bu. Sadece üzerine diğer ayrımcılıklar kadar düşünmediğimiz için hepimizde sağlamcılık var. Hatta engellilerin kendisinde bile… Bu da kanıksanmış sağlamcılık olarak adlandırılıyor.
Gelin birkaç örnekle, sağlamcıların dizayn ettiği toplumda yeti farklılıkları nasıl engele dönüşüyor birlikte bakalım. Çok basit uyarlamalarla herkes için erişilebilir olabilecek yaşam alanları, toplu taşıma araçları, web siteleri; “Sağlam” kabul edilenlere göre tasarlandığı için engelliler açısından kullanışsız ya da kullanımı sınırlı oluyor. Bir rampa, birkaç kod, bir anons sistemi gibi en kolay çözümler bile lütuf kabul ediliyor. Tarihin her kesitinde her engel grubundan tonlarca insan yapılamaz dedikleri her alanda başarılı işler çıkarırken ve “Sağlamların” her konuda ekstradan kendini kanıtlama mecburiyeti yokken; engelliler için hayatın büyük bir kısmı hiç ihtiyaç olmadığı halde kendini ispat etme çabasıyla geçiyor. Bu bile çoğu zaman yeterli olmayıp, önyargı duvarlarıyla savaşılmak zorunda kalınıyor. Bu örnekler biraz daha somutlaştırdıysa anlatmak istediğimiz konumuza devam edebiliriz. Sağlamcılığı tanımak için önce yeti farkı üzerine düşünelim.
Herkes Engelli ya da Kimse Değil
Marksizmin en temel tespitlerinden olan “İnsan bilincini maddi koşulları şekillendirir” tespitine benzer bir yoldan gidebiliriz burada. İnsanlık tarihinin evrimleşmesini düşünürsek, onun her evresi hatta bugüne gelmesinde ihtiyaçları ve o ihtiyaçlara uygun yöntemler geliştirmesi belirleyici olmuştur. Amaca yönelik yöntemler ve araçlar geliştirilmiştir.
Sınıflı toplumun gelişmesi, özellikle kapitalizm döneminde sistemin ihtiyaçlarına uygun “normal” icat edilmiştir. Belli formun dışında kalanlar eksik kabul edilmiş, engelliler uzun zaman yük olarak görülmüşlerdir. Yeti çeşitliliklerine uygun tasarlanmayan bir sistemin bedelini engelliler ayrıştırılarak, ötekileştirilerek ödediler. Hatta Maltus’çuluk, öjeni gibi uygulamalar gelişti. 20’nci yüzyılda Nazilerin uyguladığı engelli kırımını iyi kötü herkes bilir.
Ya 21. yüzyılda Kanada’da engellilere hamile kalma yasağı uygulanması? Sağlamcılığın masum bir bilmeme sorunu değil politik bir sorun olduğunu anlamamız için yeterince ipucu vermiyor mu? Hadi biraz daha detaylandıralım.
Sağlamcılık, ırkçılığa göbekten bağlıdır
Kapitalizmin açmazları derinleşince ırkçılık tavan yapar. Bu gerçek artık adımız gibi kazındı beynimize. Peki özellikle son yıllarda bizzat gözlemlediğimiz bir şey yok mu? Bir gün göçmen karşıtı kampanya örgütleyenler ertesi gün kadın haklarına saldırıyor, bir sonraki gün sokak canlılarına, bir başka gün başka bir kesime. Bu düşmanlığın altında, yaratılan üstün ulus efsanesine uygun olmayan her şeyin yadsınması, düşmanlaştırılması, köleleştirilmesi ve yok edilmesi yatıyor. Ellis Adası projesi bu fikrin en vurucu ve en barbarca örneklerindendir.1924 yılına kadar göçmen karakolu olarak işlemiştir. “Hüsran Adası”, “Umut Adası” ve “Gözyaşı Adası” olarak da adlandırılır. Burada yaşayan göçmenler, engelliler ve farklı kesimler adeta bir kapatılma yaşamıştır.
Roxana Galusca’nın Ellis Adası üzerinden kurmaca sağlamlık ve ulusal kimlik makalesinde şöyle çarpıcı bir tespit yer alıyor. “Bir ideoloji olarak kurmaca sağlamlık insan bedenlerini bir kamu sağlığı sistemi içine sıkıştırır, bireyleri ulusal toplumları destekleyen bütünlüklü bir sağlam bedenlilik anlatısına hapseder. Tıpkı diğer toplumsal kimlikler gibi, sağlamlık da ulusun refahı şemsiyesi altında bireyleri farklılaştıracak, marjinalleştirecek ve kontrol edecek şekilde işleyen bir toplumsal-tarihsel inşadır. Fakat günlük dilde sağlamlık hiçbir şekilde toplumsal bir inşa olarak kavranmaz. Günümüz araştırmacıları ırk, toplumsal cinsiyet ve cinsellik inşasını vurguluyorlar, halbuki sağlam bedenlilik ideolojisini gizemsizleştirme yönündeki kuramsal çabalar, giderek artmakla birlikte, henüz akademik söylemde geniş kabul görmemiştir.”
Evet hâlâ sağlamcılık akademide ve politik alanda yeterince gündem olmuyor, olacak ama. Tarih ileri akar ve Lenin’in dediği gibi “Gerçekler yok sayılamayacak kadar inatçıdır.” Sakatlık mücadelesi de toplumda kimsenin yadsıyamayacağı şekilde gelişiyor.
O nedenle akademide, müfredatlarda, dergi köşelerinde, seminerlerde, parti programlarında kısacası hayatın her alanında kendine yer bulması kaçınılmaz. Bu yazı belki bir mütevazı adım olur. Solun ve sınıf mücadelesinin önemli bir alanı, tüm yönleriyle de ele alınmayı hak ediyor ama bu ayrı bir yazı konusu. Biz kavrama hakim olalım, önemini kavrayalım; daha çok konuşuruz üzerine geleceğe uzanan yolumuzda.